BUNCA
DERT-SIKINTI-SORUN VARKEN
“Başkanlık sistemi”ni
tartışmak fantezidir.
Bir kere Türkiye’ye
başkanlık sisteminin falan geleceği
yoktur...
Böyle bir ihtiyaç da
yoktur...
Maşallah, başkanlık
sisteminden fazlamız var, eksiğimiz
yok... Otoriteyse otorite,
“istikrarlı yönetim”se istikrarlı
yönetim!
Ülkeyi “yönetenler”in
de başkanlık sistemini isteyeceklerine
hiç ihtimal vermiyorum. Çünkü en büyük
yetkilere, en geniş “sorumsuzluk”lara,
en rahat idare imkânına bizim sistem
izin veriyor.
Onun için, bilhassa
iktidar sahipleri kat’iyen “düzen”in
değişmesini istemezler.
Şunu da ilave edelim: Bu
başkanlık tartışması yeni değildir...
Benim aklım ereli, en az 40 yıldır
fasılalarla gündeme gelir.
Sebep?
“Usta”ca gündem
değiştirmenin en kolay yollarından
biridir.
İktidarları zor durumda
bırakabilecek bişeyler ortaya çıktığında
dikkatler oradan buraya kaydırılır.
Meselâ; milyarlarca liralık harcama
yapıp süt almışsınız, bozuk sütler
çocuklarda “alerji” yapmış,
Anne-babalar, medya (küçük bir bölümü de
olsa) bu konuda sualler sormaktadır...
Enflasyon hedeflenen
yüksek çıkmış, sebepleri masaya
yatırılacaktır...
Ekonomiden yavaşlama,
üretimde-ihracatta azalma haberleri
gelmektedir...
Terörle mücadelede
“başarısızlık” haberleriyle
birlikte, vatandaş “bu kan ne zaman
duracak?” diye soran gözlerle
bakmaktadır.
Mahkemeler uzamakta,
tecavüzcü ve işkenceciler serbest
bırakılmakta, adalete güven
sarsılmaktadır...
Çocuklara ve kadınlara
şiddet bütün hızıyla sürmekte...
Yakınları tarafından kadınlara yönelik
cinayetlerin önü alınamamaktadır.
Amerika’yla omuz omuza
destek verdiğimiz “Arap Baharı”nın
demokrasi, hürriyet falan getirmediği
anlaşılmıştır. O ülkelerde halen kan
akmakta, kargaşa devam etmektedir. Bu
şartlarda, elbette Türkiye’nin yakın
geçmişteki Ortadoğu ve şu andaki Suriye
politikalarına kuşkuyla
yaklaşılmaktadır.
Yılın ikinci yarısına
gelmek üzereyiz, memur ve emeklilerinin
2012 aylıkları hakkındaki düzenleme
yapılamamış, yandaş medyanın verdiği
“müjdeler” askıda kalmıştır.
Belki de hepsinden daha
önemli olmak üzere; ülkede “din
istismarı”nın saklanamayacak
boyutlara geldiği, bizzat dindarlar
tarafından gündeme taşınmaktadır.
İşte, bunlar ve ahaliyi
canından bezdiren daha pek çok sorun
konuşulmasın, yazılmasın diye gündem
“Başkanlık” tartışmalarıyla
saptırılmaktadır.
x x x
AYDIN
MUHALİFTİR
“Aydın”ın tarifi
zordur... Tartışmalıdır... Birkaç
kelimeyle anlatmak da müşküldür..
Bununla beraber, üzerinde
mutabık kalınan, aydın niteliklerinin
başında, onun “muhalif” olma
özelliği gelir. Milli Gazete’nin ve
memleketin kıdemli yazarı Mehmet Şevket
Eygi, 07 Mayıs Tarihli makalesinde şöyle
diyor: “Muhalif olmak aydın olmanın
olmazsa olmaz şartıdır. Ülkesinde,
çevresinde, siyasette, medyada, toplumda
bunca kötülük olacak ve aydın bunlara
muhalif olmayacak... Böyle aydın yok
demektir.”
Üstat, “aydın”ın
başka özelliklerini de saydıktan ve
kendisini de “aydın” saymadığı
mütevazılığını gösterdikten sonra şu
hükmü veriyor:
“Bu memlekette birkaç yüz
hakikî aydın olsaydı devlet, ülke, halk
bu hallere düşmezdi.”
Eygi Üstat bile kendini
“aydın” olarak görmezken, bizim
“aydın” olduğumuzu iddia etmemiz
megalomanlık olur.
Lâkin düşünüyorsanız,
yazıyor-çiziyor ve yayınlıyorsanız
muhalif olmaktan başka yolunuz-çareniz
yoktur. Yazıp-çizenleri de “muhalif
olmakla” suçlamak abesle
iştigaldir..
Bu arada, söz “aydın”
kavramından açılmışken, çok hoşuma giden
bir “aydın” tanımını sizlerle
paylaşayım:
“Aydın, kendi
kafasıyla düşünendir”.
Cemil Meriç