"ÇETKODER GENEL
BAŞKANI YAZIYOR"
Her
şey çok iyiymiş… (!)
Merak ediyorum, bu her şey kime iyi,
nerede iyi, bu iyi işler nerede?
Acaba diyorum kendi kendime, biz mi bir
haksızlık yapıyoruz, biz de mi bir
yanlışlık var? Söz söyleyin ey okurlar.
Ülkenin Cari açığı aldı başını gidiyor.
Ülkede emekli perişan halde… Aldığı ile
geçinmesi çok zor.
Ülkemizde İşçe ve memurun aldığı belli,
yetişmediği için kredi kartlarına
dayanmışlar, borç batak içindeler.
Sanayiciye, tüccara bakıyoruz, ağlıyor.
Hiç gülene, işim tıkırında diyene ben
rastlamadım, var da söylemez ise
namerttir.
28.11.2010
www.anamurunsesi.com
yazdı.
____________________________________________________________________________
Her
şey çok iyiymiş… (!)
Merak ediyorum, bu her şey kime iyi,
nerede iyi, bu iyi işler nerede?
Acaba diyorum kendi kendime, biz mi bir
haksızlık yapıyoruz, biz de mi bir
yanlışlık var? Söz söyleyin ey okurlar.
Ülkenin Cari açığı aldı başını gidiyor.
Ülkede emekli perişan halde… Aldığı ile
geçinmesi çok zor.
Ülkemizde İşçe ve memurun aldığı belli,
yetişmediği için kredi kartlarına
dayanmışlar, borç batak içindeler.
Sanayiciye, tüccara bakıyoruz, ağlıyor.
Hiç gülene, işim tıkırında diyene ben
rastlamadım, var da söylemez ise
namerttir.
Esnafa bakıyorum, ağlıyor. İnliyor.
Halinden memnun olan bir tek esnafa
rastlamadım. Hele ki küçük esnaf, orta
ölçekli esnaf tamamen bitmiş durumda.
Dükkânlar tek tek kapanıyor. İş terki
yapan sayısında korkunç bir artış var.
İşsizlik, açlık, yokluk almış başını
gidiyor. Hiç duraksamadı, durmuyor sürekli
artıyor.
Ama her şey iyiymiş, kime iyi, kimlere
iyi?
Allah indinde hakkımı helal etmiyorum.
Benim gibi on binler, yüz binler,
milyonlar hakkını helal etmiyor. Bunu
bilsinler.
Yerel de iktidar olanlar, genelde iktidar
olanların yakın çevreleri dışında, ahbap
çavuş işleri ile işleri iyi olanların tuzu
kuru.
Acıyan Allah geride kalana acısın.
Herifler DAMA ÇIKMIŞ, MERDİVENİ DE
ÇEKMİŞLER.
Ohh be!
Ne
güzel hayat, yan gel yat (!)
Vatandaşı düşünen, derdini sıkıntısını
içinde hisseden yok.
Umarsız, arsız bir çalışma, aparma koparma
döneminden geçiyoruz.
Ha
gayret, az kaldı, denizin dibi görünmek
üzere…
Ondan sonra ne yiyecek ve içeceksiniz
merak ediyorum.
Kaynaklar tek tek tüketiliyor.
Üretim yok, tüketim çılgınca sürüyor.
Zaten toplum son 20 yılda üreten değil
tüketen hale geldi, getirildi. Bilinçsiz
birer tüketici olduk çıktık. Neyi neden
niçin tüketiyoruz bilmiyoruz. Yediğimiz
içtiğimiz yüzünden Halkın genel sağlığı
bozuldu. Ruh sağılığı bozuldu.
Kimin umurunda?
Bunların işleri iyi…
Kimin?
Onların…
O
Allah’ın cezası iş bilen, kılıç
kuşananların…
Ayıp yahu, edep yahu…
Milletin çoğunluğu borç batak içinde
kıvranıyor. Kapısına gelen alacaklısı ile
cebelleşiyor. İcralık, hacizlik olmuş.
Evde huzur kalmamış. Aile sadetleri
gitmiş. Kimin umurunda?
Onlar zevk-ü sefada. Çalsın sazlar,
oynasın kızlar…(!)
Borç batak içindeki insanlar canlarına
kıyıyorlar.
Aile efratlarına zulüm ediyorlar. Dengeyi
ve rotayı şaşırıyorlar.
Toplumun yaşam tarzı değişiyor. Ahlaki
çöküntü artıyor. Fuhuş, kapkaç, uyuşturucu
illeti yaygınlaşıyor. Hep bu sosyal
yaşamın dengesizliği, gelir dağılımındaki
adaletsizlik, hakkaniyetsiz uygulamalar
yüzünden.
Bu
ekonomik girdap yüzünden, bu
adaletsizlikler yüzünden borca sadakatte
kalmadı, alacaklıya saygı… Herkes
birbirine sahtekâr ve üçkâğıtçı olarak
bakmaya başladı, durum hiç iç açıcı değil.
Bakın Allah, din, iman, kuran diyen
kardeşlerim…
Ebu
Hureyre (r.a.) anlatıyor:
Resul-i Ekrem zamanında bir adamdan deve
satın almış. Adam, alacağını istemek üzere
Hz. Peygamber’e gelmiş ve ona ağır bir söz
söylemiş.. Bunu duyan Sahabeler o adama
haddini bildirmek istemişler.
Fakat Allah’ın elçisi onlara engel olarak:
“Ona dokunmayınız! Çünkü alacaklının
söz söylemeye hakkı vardır” buyurmuş,
sonra da: “Ona devesinin yaşında bir deve
veriniz” diye emretmiş. Fakat Sahabeler:
“Ey Allah’ın Resulü! Onun devesinin
yaşında deve bulamıyoruz; ama elimizde
daha değerlisi var” demişler.
Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle
buyurmuş: “O halde değerli olanı verin.
Sizin hayırlınız, borcunu en güzel şekilde
ödeyendir.”
Kıssadan hisse…
Millet de ne borcunu ödeyecek hal kaldı,
ne de sağlıklı ve sıhhatli yaşamını
sürdürecek dermanı kaldı. Dolayısıyla
aldığını veremeyen bir toplum haline
gelince de hayır hasenat kalmadı.
Allah’tan korkun, kuldan utanın yahu…
Neyse…
Arkadaşlar ÇETKODER olarak
çalışmaya başladığımızda Anadoluyu karış
karış gezdim. Hepsi kendi imkân ve
olanaklarımızla... Dıştan yardım, içten
yardım, fon mon bilmedik. Elimizi devlet
kesesine atmadık. Bağış mağış almadık.
Kendi yağımızla, çabamızla bir şeyler
yapmaya çalıştık. İşte böyle bir çalışma
için Bitlis’e gittiğim de, “Doğu ve
batı kıskıcında Türkiye, açlık, yokluk ve
yoksullukla mücadele” konulu
konferansımı verirken, salonda bir kişiye
gözüm takıldı.
Allah sizi inandırsın. Halinden çok fakir
ama kılığı kıyafeti, duruşu ile nasıl asil
bir insan olduğu belli idi. Konferans
bittiğinde yanıma çağırdım. Bu kişi kader
mahkûmu idi. Onu dinledim. Çaresizdi, ama
arsız, hırsız, umarsız değildi. Memleket
ve millet meselelerine gösterdiği ilgi ve
alaka takdire şayandı. Üç beş sorgu
sualden sonra onu çözdüm ve ona dedim ki,
gel benimle çalış. Ben nereye gidersem
benimle git. Oturduğumda otur, kalktığımda
kalk. Kısaca yol arkadaşım ol. Bir
ekmeğimiz varsa bölüşürüz senle. Kabul
etti. Kısa zamanda onunla ben muhteşem
işler başardık. Tabi başarı arttıkça
etrafımızdaki insanların sayısı arttı.
Kişiliğinden, kimliğinden ve insanlığından
zerre kadar ödün vermeyen ve hazır kıta
her zaman yanımda olan bu insana
başladılar kulp takmaya. Çünkü onun
sadakat ve asaletinden herkes rahatsızdı.
Ben olayları anlıyor, her şeyi
gözlemliyordum ama onun yapacak bir şeyi
yoktu. O çok üzülüyordu ve hastalık sahibi
oldu. 2006… 2010… 4 sene geçti… Çalışmayı
sürdürüyordum ama etrafımızda dost geçinen
bu ahlaksızlara da durumu bir vesile ile
anlatmam gerekiyordu.
Çağırdım bunları. 3 kişiler.
Önce yaptığımız hizmet ve işleri anlattım,
poh poh hah huh yaptılar.
Bitti mi dedim.
Başlarını salladılar.
O
zaman dedim, size bir hikâye anlatacağım.
Bu hikâye Mesnevi’den dedim. Dinliyorlar.
Laf nereye gelecek bilmiyorlar… Anlatmaya
başladım….
Altın mı, çarık mı?...
Vakti ile Gazneli Mahmud’un bir has kölesi
varmış, adı ise Eyaz. Bu Eyaz saraya
geldiği gün sırmalı elbiseleri ve
ayakkabıları giydikten sonra üstünden
çıkardığı postu ve çarığını atmamış ve bir
odaya asmış...
O
odaya kimseyi sokmazmış…
Sadece her gün gidip, o eski günlerindeki
çarık ve postuna bakarak, kendi kendine;
“Yokluk zamanını düşün de sahip
olduklarının değerini bil ve sakın
büyüklük taslama!” dermiş.
Bir gün Eyaz’ı kıskananlar hükümdara
gidip, bu odada hazineden çaldığı
altınları biriktirdiğini söylemişler...
Eyaz’ın bağlılığından nokta kadar şüphesi
olmayan hükümdar, onlara şöyle seslenmiş:
“Gece o odaya girin ve her yeri didik
didik edip araştırın. Eğer bahsettiğiniz
Altınları bulursanız kendi aranızda
bölüşün. Eğer bahsettiğiniz altınlar yoksa
ne gördüğünüzü gelip bana açıkça, dürüstçe
bildireceksiniz” demiş.
Eyaz’ın düşmanları sevinerek huzurdan
ayrılmışlar...
Ama gece Eyaz’ın odasına gizlice girince
duvara asılmış bir çarık ve postan başka
bir şey görememişler. Tabiî ki büyük bir
hayal kırıklığına uğramışlar.
"Bu durum karşısında, yüzleri kızarmış
bir halde, utana, sıkıla sultanın
karşısına varıp gördüklerini anlatmışlar…”
dedim….
Ne
demek istediğimi anladınız mı? Bir daha bu
insan hakkında konuşmanızı istemiyorum,
kendi aranızda da konuşmayacaksınız..
O
oldu, bir daha ağızlarını bıçak açmadı.
Kıssadan bir hisse…
Bilmeden, işin özünü anlamadan, ölçüp
tartmadan konuşmayacaksınız, yaşamadan
yaşatmaya kalkmayacaksınız…
Bu günlük de bu kadar.
Selam ve dua ile.
MUSTAFA
GÖKTAŞ
İKTİSATÇI
ÇEVRE VE TÜKETİCİ HAKLARINI KORUMA DERNEĞİ
(ÇETKODER)
GENEL BAŞKANI
mustafagoktas006@gmail.com
*******************************************
KÖŞE YAZILARIMIZ TOPLAM
DEFA OKUNMUŞTUR...
_________________________________________________________________
"Anamur'un ve
Anamurluların Buluşma Adresi ve Gerçek
Sesi..."
ANAMUR'UN SESİ
|