ANAMUR'UN SESİ
"Anamur'un ve Anamurluların Buluşma Adresi ve Gerçek Sesi..."
arama   site haritası
 

 

 
BABUTSANIN DİKENİ

      KOSOVA PENCERESİNDEN KIBRIS VE TÜRKİYE’YE BAKIŞ -3

    Balkan coğrafyasında eski Yugoslavya’dan geriye kalan ülkeciklere bakıldığında Dağlık Karadağ, Sırbistan ve özellikle Hırvatistan’ın tarihi ve turistik özellikleriyle Makedonya, Bosna-Hersek ve Arnavutluk’tan ayrıldığı görülür. Özellikle Hırvatistan savaş döneminde korunmuş ve bozulmamış doğası ve Dubrovnik gibi tarihi şehirleriyle hemen ön plana çıkmaktadır. Neretva Nehri üzerindeki tarihi Mostar Köprüsü’nü yıkabilmek için yoğun çaba harcayan ve bunu sonunda başaran Hırvatistan’da kültürel mirasa yönelik bir saldırı ise hiç olmamıştır. Aynı şekilde ve Hırvatlardan binlerce kat daha fazla olmak üzere bu topraklarda kültürel mirası ortadan kaldırmaya yönelik girişimlerde bulunan ise Sırplar ve Sırbistan olur. Tarihte pek çok defa karşılaşılan bu barbarlık modelini özellikle yaşadığımız çağda yürütenler ise Balkanlarda Sırplar, Akdeniz’de de Rumlar ve Yunanlar olur.

_________________________________________________________________________

    KOSOVA PENCERESİNDEN KIBRIS VE TÜRKİYE’YE BAKIŞ -3

   Balkan coğrafyasında eski Yugoslavya’dan geriye kalan ülkeciklere bakıldığında Dağlık Karadağ, Sırbistan ve özellikle Hırvatistan’ın tarihi ve turistik özellikleriyle Makedonya, Bosna-Hersek ve Arnavutluk’tan ayrıldığı görülür. Özellikle Hırvatistan savaş döneminde korunmuş ve bozulmamış doğası ve Dubrovnik gibi tarihi şehirleriyle hemen ön plana çıkmaktadır. Neretva Nehri üzerindeki tarihi Mostar Köprüsü’nü yıkabilmek için yoğun çaba harcayan ve bunu sonunda başaran Hırvatistan’da kültürel mirasa yönelik bir saldırı ise hiç olmamıştır. Aynı şekilde ve Hırvatlardan binlerce kat daha fazla olmak üzere bu topraklarda kültürel mirası ortadan kaldırmaya yönelik girişimlerde bulunan ise Sırplar ve Sırbistan olur. Tarihte pek çok defa karşılaşılan bu barbarlık modelini özellikle yaşadığımız çağda yürütenler ise Balkanlarda Sırplar, Akdeniz’de de Rumlar ve Yunanlar olur. Bu kentkırım faaliyeti özellikle Kosova ve Bosna-Hersek’te sistematik bir şekilde uygulamaya konulur ve özellikle Sırplar, 1948 Soykırım Anlaşması, 1954 Hague Silahlı Çatışmalarda Kültür Varlıklarının Korunması Anlaşması, 1949 Cenevre Anlaşması’na eklenen I ve II sayılı 1977 Protokolü gibi anlaşmalara aykırı bir insanlık suçu olarak bir şehri ve orada yaşayan insanların kültürel değerlerini bütünüyle ortadan kaldırmak için gece gündüz demeden çalışır. Böylece soykırım ifadesinden sonra dünya savaş literatürü kentkırım ifadesiyle de karşılaşmış olur.

    Bütün Kosova’da, Makedonya’da ve Bosna-Hersek’te kütüphane, arşiv, müze, kültür ve sanat merkezleri, camiler, medreseler, Osmanlı ve Türk izlerini taşıyan her türlü kültürel miras gelecek nesillere bu topraklarda yüzlerce yıl farklı etnik topluluklara mensup insanların yan yana ve problemsiz yaşadıklarını gösterecek en önemli deliller olarak görüldüğünden Sırplar tarafından planlı ve sistemli bir şekilde yok edilirler.

    AB fonları ve farklı kaynaklardan desteklenen ve yardım gören üç ülkeyle mukayese edildiğinde Bosna-Hersek, Arnavutluk, Kosova ve özellikle Makedonya’da gelir dağılımının perişanlığı, insanların hayat seviyesinin düşüklüğü ve hayat standartlarının yetersizliği kendisini hemen gösterir.

    Bu ülkelerden Arnavutluk yıllarca Enver Hoca rejimi tarafından idare dilen kendine has komünist yapısıyla bugün kabuğunu kırmaya çalışan fakir bir ülke konumundadır. Enver Hoca’nın yıllarca dışarıdan gelecek muhtemel işgallere karşı koymak üzere 2.5 milyonluk ülkede neredeyse 2 milyon civarında korugan hazırlaması ve ülkenin dağına taşına bunları inşa ettirmesi bugün ülkenin bağımsız yaşamasının nedeni olarak gösterilse de bu beton koruganlar turistik seyir dışında hiçbir amaca hizmet etmiyor.

    Ülkenin başkenti Tiran adına yakışır şekilde soğuk, eski komünist bloklarının ruhsuz şehirlerini andırıyor. Türklerin daha yoğun yaşadıkları Elbasan gibi bölgeler ise nispeten Anadolu’ya daha yakın. Bununla beraber Tiran’ın orta yerinde Osmanlı’ya da kafa tutmuş İskender Bey’in at üzerindeki pala kılıç dev heykeli bugün bile zihinlerde bir Türk korkusu mu var dedirtiyor insana. Burada bir şeyi vurgulamak gerekir ki sokaklarda çöpçüsünden işporta satıcısına kadar herkes bir şey okumak derdinde ve kadınlar da dâhil herkes her türlü işte çalışıyor. Türk ve Türkçe burada da kendisini hemen gösteriyor. Hemen yakınımızdaki pastanede “baklava, kadayıf” görmek bizleri gülümsetiyor. Arnavutluk kabuğunu kırma telaşı içinde özellikle ülkenin yalçın ve geçit vermez Tirana Dağları’nı aşabilmek amacıyla hummalı bir gayret içerisinde. Kosova sınırından itibaren neredeyse Tiran’a kadar 250 kilometrelik sarp, bozuk ve sıkıntılı yol yüzlerce köprüyol, tünel, geçitle dize getirilmeye çalışılıyor.

    Türk izlerinin yoğun olarak yaşandığı yerlerden birisi ise Makedonya ve başkent Üsküp. Mustafa Kemal’in okuduğu askeri okulun da bu şehirde olması, son dönemin aktüel TV dizisi “Elveda Rumeli’nin" buralarda çevrilmesi ve Ohri gibi muhteşem bir şehir Makedonya’yı biraz daha şanslı yapıyor. Üsküp’ün Türk tarafı tam anlamıyla Kastamonu, Bursa, Amasya’yı çağrıştırıyor bizlere. Sanki Kapalıçarşı’da, İzmir’de Kızlar Ağası Hanı’nda veya Bursa’da Koza Han’da dolaşır gibiyiz. Üsküp’te bizi şaşırtan bir başka şey ise güveçte hazırlanan kuru fasulyenin üzerinde bizim İnegöl köfteye benzer köftelerin de hazırlanması ve beraber servis yapılması oldu. Bütün bunlara rağmen dinsel, etnik ve tarihi ayrımcılığının en çirkin örneklerini de maalesef bu ülke topraklarında görmek mümkün. Osmanlı’nın Balkanlarda 1360 yılında inşa ettiği son derece zarif, özel ve estetik, tarihi İsabey Camisi’nin bahçesinde dönemin Osmanlı komutanlarına ait mezarlar da bulunmakta. Ancak aynı caminin bahçesinde büyük şairimiz Yahya Kemal Beyatlı’nın annesine ait olan mezar ise 1950li yıllarda Sırp kentkırımı ve vahşetinin ardından darmadağın edilmiş ve ortadan kaldırılmış. Üsküp’ün Türk mahallesinde bulunan bu caminin hemen karşısında ise Sultan Murat Camisi ve Osmanlı tarafından inşa edilen en eski saat kulesi bulunmakta. Hemen aynı bölgedeki bir başka tarihi caminin bahçesindeki türbe ise darmadağın edilmiş, türbenin hitabesi ve levhaları sökülmüş ve ardından şu anda ardiye ve depo olarak kullanılıyor. Şehre hakim bir tepede bulunan Sultan Murat Camisi sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen cemaatine bugün de hizmet veriyor. Büyük ülke olma iddiasındaki ülkemizin ilgilileri ve yetkilileri açılıp saçılmak yerine bizden olan ve “kendisini Türk hisseden” bu topraklardaki değerlerimize sahip çıksa nasıl olur acaba?

    Kosova’dan Şar Dağları’nı aşarak Makedonya’ya girdiğiniz zaman bitki örtüsü hemen değişiyor ve sizi yeşillikler arasında Vardar Nehri karşılıyor. Güzelim Rumeli türkülerine de konu olan Vardar Ovası ise önünüzde uçsuz bucaksız uzanıveriyor. Bütün bu güzelliklerin içerisinde insanın yüreğini yakan, içini acıtan görüntü ise hemen az sonra karşınıza çıkıyor. 2000 yılında sözde milenyum (2000li yıllar) kutlaması çerçevesinde Üsküp’ün en yüksek tepesine dev bir Hıristiyan haçı dikmişler ve o yıl bu törene 2 milyon insanın katıldığı söyleniyor. Tıpkı Sultan Murat’ı Kosova Meydan Muharebesi sonrasında hançerle şehit eden Sırp askeri anısına dikilen ve Miloseviç’in açtığı heykelde olduğu gibi. Üsküp’e onlarca kilometre kala kameramı ve fotoğraf makinemi hazırlıyorum; ancak bilenler gerek olmadığını ve haçın şehrin içinden çok daha net görüldüğünü belirtiyorlar. Milyonlarca Euro harcanmak suretiyle ışıklandırılan haç geceleyin de gözünüzün içine kadar giriyor. Üsküp’ü ikiye ayıran Vardar Nehri’nden o meşhur ve tarihi köprüsünü kullanarak karşıya geçince bir başka dünya çıkıyor karşınıza. Aynı ülkenin başkentinde nehrin iki yakası arasında bu kadar fark olur mu diyorsunuz. Şaşırıyorsunuz, üzülüyorsunuz.

 Üsküp iki ayrı belediye tarafından yönetiliyor; ancak bütçe aynı. Hemen aklımıza geleceği üzere Arnavut Makedonların yaşadığı tarafın belediyesi bütçenin %90’lık kısmını alırken bu tarafta kalan Türklere ise sadece %10’luk kısım kalıyor. Meşhur Annan Planı’na “Hayır” diyen Rumların böyle davranmasının sebebi de buydu bir zamanlar. Bütün bütçe ve AB’den gelecek yardımlar bizim kontrolümüzde ve elimizde olacak, biz istediğimiz kadarını Türklere vereceğiz demişlerdi. Film aynı, senaryo aynı, oyuncular da neredeyse aynı. Bu memlekette ise bu filmi defalarca görmesine rağmen hala uyanmayan garip bir cahiller ordusu ise ahkâm kesmekle meşgul maalesef. Küreselleşme denilen kerameti kendisinden menkul yeni oluşum ve Avrupa Birliği’ne bizi kabul etmek zorunda oldukları yönündeki modern masalları hatırlıyorum bu arada. Ayrımcılık başka nasıl yapılabilir diye insan düşünmeden edemiyor. Bir ülke insanının etnik ve dini kimlikleri, etnik ve dini değerlerinin kaşınması ve bunların zorlanmasının bir ülkeyi ne hallere getirebileceğinin açık bir göstergesi Balkan coğrafyası. Bütün bunları görmemek için kör olmak gerekir herhalde.

   Dostlukla kalın...
Doç. Dr. Ulvi KESER

 

 Doç. Dr. Ulvi KESER
  Atılım Üniversitesi
ulvi.keser@gmail.com  

Doç. Dr. Ulvi KESER'in Sitemizde Yayımlanan Diğer Yazıları

-KOSOVA PENCERESİNDEN KIBRIS VE TÜRKİYE’YE BAKIŞ-(1.YAZI)

-KOSOVA PENCERESİNDEN KIBRIS VE TÜRKİYE’YE BAKIŞ -(2.YAZI)

-KIBRIS'TA KAHRAMAN BİR TÜRK KADINI

-AYŞE TATİLE ÇIKSIN; KIBRIS, ANAMUR VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ   

-ANAMUR'UN SESİ RADYOSU, GERİDE KALANLAR VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

-RUMLAR VE YUNANLILARA NE YAPTIK, ONLAR NE YAPTILAR?

-BABUTSA İLE BAŞLARKEN

-1955-1974 DÖNEMİ KIBRIS SORUNUNDA MERSİN VE ANAMUR’UN STRATEJİK POZİSYONU

-20 TEMMUZ VE FIRTINADAN ÖNCEKİ SESSİZLİK

___________________________________________________________

"Anamur'un ve Anamurluların Buluşma Adresi ve Gerçek Sesi..."
ANAMUR'UN SESİ  

 
   

  Başa Dön 

Yazdır

 
 
 
Copyright © Tüm Hakları Saklıdır [Çınar Arıkan]