MEMLEKETİMİN
HALLERİ
Geçen hafta en
azından benim açımdan kültürel ve
bilimsel doluluğu en üst düzeyde bir
hafta oldu. Önce Kıbrıs Türk Kültür
Derneği Mersin Şubesi tarafından
düzenlenen konferansa katılarak
“Kıbrıs Türk
Mücadele Tarihinde Mersin’in Yeri,
Fonksiyonu ve Katkıları”
başlıklı bir konuşma yaptım. Bu toplantı
vasıtasıyla uzun zamandır görmediğim
Akdeniz’in incisi Mersin’i bir kere daha
görmek, Dondurmacı Halil’den cezerye
almak ve kerebiçin tadına bakmak fırsatı
buldum. Bu arada Erdemli’de belediye,
Kıbrıs Türk Kültür Derneği ve
Erdemlililerin katkı ve destekleriyle
yapımı devam eden
“Kıbrıs
Şehitleri Parkı”
ve park içerisine yapılacak şehitler ve
Yzb. Cengiz Topel anıtını da yerinde
görme fırsatı buldum.
14.12.2009'da anamurunsesi.com yazdı.
_________________________________________________________________________
MEMLEKETİMİN
HALLERİ
Geçen hafta en azından benim açımdan
kültürel ve bilimsel doluluğu en üst
düzeyde bir hafta oldu. Önce Kıbrıs Türk
Kültür Derneği Mersin Şubesi tarafından
düzenlenen konferansa katılarak
“Kıbrıs Türk Mücadele Tarihinde
Mersin’in Yeri, Fonksiyonu ve Katkıları”
başlıklı bir konuşma yaptım. Bu toplantı
vasıtasıyla uzun zamandır görmediğim
Akdeniz’in incisi Mersin’i bir kere daha
görmek, Dondurmacı Halil’den cezerye
almak ve kerebiçin tadına bakmak fırsatı
buldum. Bu arada Erdemli’de belediye,
Kıbrıs Türk Kültür Derneği ve
Erdemlililerin katkı ve destekleriyle
yapımı devam eden “Kıbrıs Şehitleri
Parkı” ve park içerisine yapılacak
şehitler ve Yzb. Cengiz Topel anıtını da
yerinde görme fırsatı buldum. Her ne
kadar bilinçsizce ve oy kaygısıyla talan
edilen o güzelim altın kumsalların ve
mis gibi narenciye bahçelerinin yerinde
yeller esse de yine de memleketimin
havasını solumak güzeldi. Bu toplantının
ardından ikinci durak Ege Üniversitesi
İzmir Araştırmaları Uygulama Merkezi
tarafından düzenlenen “Körfezde
Zaman” isimli sempozyum oldu ve
burada da “Yunanistan’da Büyük Açlık
Dönemi ve Bu Süreçte İzmir’in
yardımları, Fonksiyonu ve Katkıları
1939–1945” başlıklı bilimsel
çalışmayla 1940–1945 sürecinde alman
işgali altında inim inim inleyen ve
günde ortalama 3.000 kişinin açlıktan
öldüğü Yunanistan’a geçmişi unutup
yardım elini uzatan Türkiye’yi ve
özellikle de İzmir’i anlattım. Kendini
bilmezler tarafından önce “Gâvur İzmir”,
şimdilerde de bazı soysuzlar tarafından
“Faşist İzmir” olarak
adlandırılan İzmir daha 15 Mayıs 1919
tarihinde Yunan işgali başlamadan önce
bu memleketin gelmiş geçmiş en büyük iki
Milli Eğitim Bakanı’ndan birisi olan
(diğeri de Hasan Ali Yücel) ve o dönemde
İzmir’de yaşayan Mustafa Necati Bey
tarafından başlatılan direniş
hareketinde kendisine M. Necati Bey’in
“Mukavemet-i müsellaha gerekir.”
sözünü, yani “Silahlı direniş
gerekir.” sözünü rehber almış, aynı
gün Osman Nevres Bey (bilinen ismiyle
gazeteci Hasan Tahsin)’i şehit vermiş,
Anadolu’da Milli Mücadele meşalesini
yakmış bir şehrimizdir. Bu toplantının
hemen ardından aynı hafta içinde üçüncü
bilimsel faaliyet ise Kocaeli
Üniversitesi ile Motif Halk Oyunları ve
Eğitim Vakfı tarafından düzenlenen Halk
Kültüründe Eğlence Sempozyumu’nda
“Toros Yörükleri Bağlamında Anamur
Yaylaları ve Yayla Eğlencelerine
Kesitsel Bir Bakış” başlıklı
bildiriyle de güzel ülkemin güzel
insanları Yörükleri dinleyicilerle
buluşturdum.
Esasında doğrusunu söylemek gerekirse
katıldığım her üç toplantı da bana çok
farklı sayfalar açtı, beni çok farklı
diyarlara götürdü ve adeta bir uçan halı
üzerinde dünden bugüne Türkiye’nin dört
bir köşesinde memleketimin güzel,
hoşgörülü, duygulu, sıcakkanlı,
yardımsever, düşenin elinden tutan,
komşusu açken tok yatmayan, vefakâr ve
kadirşinas insanlarıyla buluşturdu.
Mersin’den başlayacak olursak 20 Temmuz
1974 tarihinde bu ülkenin gözbebeği
kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs
adasında Kıbrıs Türklerinin can, mal ve
namus hürriyetini sağlamak, adaya barış
ve huzur götürmek üzere garantörlük
haklarını kullanarak adaya çıktığında o
dönem Türkiye’nin 67 vilayetinde halk
sokaklara dökülmüş ve askerlik şubeleri
önünde kuyruklar oluşturmuştu
“Bizleri de askere alın. Biz de savaşmak
istiyoruz.” diyerek. Ben bu
satırların yazarı olarak en azından
Anamur askerlik şubesi önünde uzun
kuyruklar oluşturan yediden yetmiş
yediye Anamurluları çok iyi
hatırlıyorum. Sadece erkekler miydi
savaşa katılmak, kahraman ordumuza
yardım etmek isteyen? Şüphesiz hayır,
kadınlar, kızlar, çocuklar hep
oradaydılar. Aynı şekilde hastane ve
Kızılay da çok yoğun bir ilgi ve kan
vermek isteyen böyle bir kalabalıkla
karşılaşmıştı. Belki de uzun zamandır
ilk defa böyle bir durum yaşıyorduk ve
insanlar adeta kenetlenmiş ve bir
olmuştu.
Peki 30 yıl öncesinde, yani 1940–45
döneminde, İkinci Dünya Savaşı döneminde
ne yapıyorduk? Savaşın ne demek olduğunu
çok iyi bilen İsmet İnönü gibi bir
dehanın inanılmaz gayretleri sonrasında
bu savaşa girmeyen Türkiye savaşın doğal
sonucu ekonomik sıkıntıları ve açlığı
çok yakından yaşarken (Sevgili babam
hala o dönemde kafa kâğıdına vurulan
“Ekmek verildi", vs. mühürlerini
yaşadıkları acı ve çektikleri
sıkıntıları anlatmak için gösterir
durur.) bir yandan da daha 1919–1922
sürecinde Batı Anadolu’da 900.000 masum
Türk insanının kanını içen, yaklaşık
600.000 insanımızın doğup büyüdükleri
topraklardan göç etmesine neden olan
Yunanistan’a dünü unutup 1940–1948
döneminde yardım elini uzatan dünyadaki
tek ülke olur. Böylece Türkiye büyük
devlet olmanın, asil devlet olmanın,
kökü tarihten gelen ulvi değerlere sahip
olmanın ve dosta düşmana birlik olmanın
ne demek olduğunu bir kere daha
gösterir. Peki ya Kocaeli’de anlattığım
Anamur insanı ve Anamur Yörükleri!
Yıllar önce bugün Kıbrıs’a su götürmek
için üzerinde çalışmalar yapılan Gocaçay
(Dragon Çayı)’ın çıktığı Sugözü köyüne
gitmeye karar vermiştim ve arabayla o
köye ulaşmak hem zaman açısından hem de
sinir yönünden beni epeyi hırpalamıştı.
Köye saatler sonra ulaşabildiğimde
“Bu insanlar bu dağın başında ne yerler,
ne içerler, nasıl geçinirler, nasıl
mutlu yaşarlar?” diye düşünmekten
kendimi alamamıştım. Öyle ya, suyun
dışında köyde okul yok, doktor yok,
sağlık ocağı yok, köyün ve köylünün
elinden tutan hiç kimse yok. Çocuklar
bin bir zahmet ve eziyetle en yakın köye
taşımalı eğitim denilen bir garip usulle
okumaya gidiyorlar. Köyde bir hasta olsa
Anamur’a yetişmesi tam bir mucize.
Köylünün ekonomik durumu bugünkü
Türkiye’den bin beter ve insanlar bu
duruma “yaşamak” diyorlar.
Devletin unuttuğu, vekilin görmediği,
siyasetçinin uğramadığı dağ köyleri
bunlar; ancak insanı şaşırtan ve son
derece mutlu eden bir yaklaşım
sergiliyorlar. Vatan diyorsunuz,
memleket diyorsunuz, bayrak diyorsunuz,
Atatürk diyorsunuz ve hepsinin
gözlerinin dolu dolu olduğunu
görüyorsunuz. Hepsinde ayrı bir heyecan,
ayrı bir coşku var. Devlete küsmek,
kinlenmek asla akıllarından geçmiyor.
Devlete ve devletin kurumlarına
inanılmaz bir saygı ve sevgi
besliyorlar, laf etmiyorlar,
ettirmiyorlar da. Kocaeli’de bir yandan
memleketimin bu güzel insanlarını
anlattım, bir yandan onlarla gurur
duydum, bir yandan da "Dersim, Amed"
diyerek bu memleketi kan gölüne çeviren
soysuzları düşündüm. Bunu bir bilim
insanı olarak söylemek güç ve acı; ancak
maalesef hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.
Dostlukla
kalın...
Doç.
Dr. Ulvi KESER
Atılım
Üniversitesi
ulvi.keser@gmail.com
Doç. Dr. Ulvi KESER'in
Sitemizde Yayımlanan Diğer Yazıları |
-EĞER…!
-Sayın Mehmet Ali TALAT'a Açık Mektup
-MALAMAT
MAÇÇARİS OLMAK BAŞKA NASIL OLUR Kİ?
-KÖYLÜ
KIZI ADALET Mİ ADALET TANRIÇASI THEMİS
Mİ?
-PORSELEN
DÜKKÂNINDA OYNAYAN FİLLER
-MAGAZİN
KÜLTÜRÜ İLE DIŞ POLİTİKA
-KOSOVA
PENCERESİNDEN KIBRIS VE TÜRKİYE’YE BAKIŞ-(1.YAZI)
-KOSOVA
PENCERESİNDEN KIBRIS VE TÜRKİYE’YE BAKIŞ
-(2.YAZI)
-KOSOVA
PENCERESİNDEN KIBRIS VE TÜRKİYE’YE BAKIŞ
-(3.YAZI)
-KIBRIS'TA
KAHRAMAN BİR TÜRK KADINI
-AYŞE TATİLE ÇIKSIN; KIBRIS, ANAMUR VE
DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
-ANAMUR'UN
SESİ RADYOSU, GERİDE KALANLAR VE
DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
-RUMLAR
VE YUNANLILARA NE YAPTIK, ONLAR NE
YAPTILAR?
-BABUTSA İLE
BAŞLARKEN
-1955-1974
DÖNEMİ KIBRIS SORUNUNDA MERSİN VE
ANAMUR’UN STRATEJİK POZİSYONU
-20 TEMMUZ VE
FIRTINADAN ÖNCEKİ SESSİZLİK
___________________________________________________________
"Anamur'un ve
Anamurluların Buluşma Adresi ve Gerçek
Sesi..."
ANAMUR'UN SESİ
|