ANAMUR'UN SESİ
"Anamur'un ve Anamurluların Buluşma Adresi ve Gerçek Sesi..."
arama   site haritası
 

 

     

 Hayat      HAYREDDİN KARAMAN’IN ÇİZGİSİ KIRILMIŞ

          Okuyucularıma:

        Bu yazı da çok uzun oldu.

        Aynı konuyu bölmek istemedim.

        Kendinizi biraz yoracaksınız veya iki ayrı zamanda okursunuz.

        Prof. Dr. Hayrettin Karaman Konya İmam-Hatip Lisesi ve Konya Yüksek İslam Enstitüsü mezunudur. Güvenilir bir hocalığı, nefis yayınları var. Sadece “İslam Hukukunda İçtihat” isimli kitabı bile kendisinin ilim ve fikir düzeyini ispatlar.

             12/05/2013 tarihinde anamurunsesi.com yazdı.

___________________________________________________________________________   

          HAYREDDİN KARAMAN’IN ÇİZGİSİ KIRILMIŞ

         Okuyucularıma:

        Bu yazı da çok uzun oldu.

        Aynı konuyu bölmek istemedim.

        Kendinizi biraz yoracaksınız veya iki ayrı zamanda okursunuz.

        Prof. Dr. Hayrettin Karaman Konya İmam-Hatip Lisesi ve Konya Yüksek İslam Enstitüsü mezunudur. Güvenilir bir hocalığı, nefis yayınları var. Sadece “İslam Hukukunda İçtihat” isimli kitabı bile kendisinin ilim ve fikir düzeyini ispatlar.

        Ne zaman ki Türkiye’de “din üzerinde siyaset yapma, İmam-Hatip ve İlahiyatları elde etme, Cumhuriyetimizi din düzerinde dönüştürme” dönemi hız kazandı; o günden sonra Karaman ve benzerleri objektif düşünceyi terk etmeye, geri çekilmeye, T.C. aleyhtarlığı yapmaya başladılar. Ben bunu Karaman gibilerin kişilik sorunu olarak değerlendirmem. Öyle yıllar ve ortamlar yaşandı ki, Karaman ve benzerleri ya tavır değiştirip baskılardan kurtulacaklardı, ya da tarafsız ve ilmi duruşun diyetini ödeyeceklerdi. Karaman ve benzerlerinden bir kısmı tavır değiştirmeyi yeğlediler. Çünkü herkes bir İmam-ı Azam olamazdı; baskılara rest çekmeyi, hapishanelerde sopa yiyerek bu dünyadan göçmeyi göze alamazdı.

        Karaman’ın önceki çizgisi:  

        Karaman gibi ilahiyatçılarımız geçmişte İmam-Hatip Liselerini “Türkiye’nin harcı” olarak değerlendirirler, bu neslin her ferdine “imam” (uyulan) olun, cemaat (uyan) olmayın” derlerdi. Karaman ve benzerleri o zaman, “din ve milliyet, İslam ve Türk” ayırımı yapmaz, birleştirici, İslam dünyasını kucaklayıcı, “haçlılara karşı” uyanık, çıkar peşinde olmayan kişiler olmaya çağırırlardı. İşte iki örnek belge:

         “NESİL dergisi mensupları, milletimizin maddi ve manevi kalkınmasına yardımcı olmak, dini-milli şuura canlılık vermek, …hedef edinmiştir. Bütünüyle İslam’a ona ters düşmeyen milliyetçi düşünce ve hareketlere bağlı kalmayı, birleştirici olmayı ve grupların üstünde kalmayı ve bütün faaliyetlerinde menfaatten uzak kalarak sadece Allah rızasını talep etmeyi… taahhüd eder.” (NESİL Aylık Fikir Dergisi Yıl: 1 Sayı: 1. Ekim 1976. Sayfa: 2,3)

         “…Türk ve İslam düşmanları ise on dört asır önceki düşmanca tutum ve davranışlarına hız vererek, geniş planda İslam âlemini, dar çerçevede Müslüman Türkiye’mizi yıkmak gayret ve faaliyeti içinde bulunmaktadır. Tek taraflı gayret ve iyi niyet gösterileri sulhu sağlamaya ve insanları sevmeye yetmiyor. Habeşistan’da ve Filipinlerdeki Müslümanlar kimlerden çekiyor? Afganistan’da sürdürülen kıyasıya mücadelenin zemininde ve arkasında kimler var? Dünyanın çeşitli bölgelerinde akan berrak kanlar hep mazlum Müslümanların…! Propaganda araçları, ekranlardaki diziler haçla dolu. Bunlar bize bir şeyler söylemiyorlar mı, hala olaylardan ders almak niyetinde değil miyiz? Birbirimize düşman gibi değil kardeşçe ve şefkatle bakalım.”  (NESİL Aylık Fikir Dergisi Yıl: 3 Sayı: 36. 12 Eylül 1979. Sayfa: 3,6)

        Nesil dergisi Hayrettin Karaman, Ahmet Kahraman, Ahmet Topaloğlu, Bekir Topaloğlu M. Saim Yeprem, Yaşar Kandemir gibi ilahiyatçıların birlikte çıkardıkları bir dergi idi. Derginin önsözleri ve yayın ilkeleri bu kişilerin ortak görüşünü yansıtırdı. Yani yukarıdaki alıntıların altında Karaman’ın da imzası var.

        Alıntılarda gördüğünüz gibi Karaman dün milli ve manevi değerlere bağlı, birleştirici ve gruplar üstü, Türk ve İslam düşmanlarının karşıtı, tek taraflı iyi niyetin anlamsızlığına inanan, haçlıların propaganda ve zulümlerine karşı bizi uyaran bir ilahiyatçı idi. Ya bugün? Bugünkü Karaman’ı bugünkü yazılarında görelim.

         a) Karaman’da demokrasi çelişkisi:

         “Demokrasiler genellikle laik oluyor, Müslümanların kendilerine mahsus bir demokrasilerinin olabileceği yazılmış ve tartışılmış ise de bunun hem teorisi hem de uygulanması üzerinde ittifak olunmamıştır.

         Laik demokrasi ile yönetilen bir ulus devlette ‘İslami çözüm’den söz etmek ‘deniz üzerinde ev kurmaya’ veya ‘karada gemi yüzdürmeye’ benziyor.” (H. Karaman Demokrasilerde Çözüm. Yeni Şafak Gazetesi, 3.Mayıs.2012)

        Demek Karaman laik demokrasiyi beğenmiyor. Aradan iki ay bile geçmiyor, Karaman düşünce değiştiriyor, aynı gazete’de, “İmam-Hatiplerin Misyonu” başlıklı yazısında demokrasiyi savunuyor. Okuyalım: “Türkiye’yi AB’ye sokmak ve demokrasiyi tamamlayıp güçlendirmek için çalışan bir iktidarı ve onu destekleyen tabanı bu manada muhafazakârlıkla nitelemek de gerçek dışıdır.” (H. Karaman Yeni Şafak Gazetesi, 29.Haziran.2012)

         b) Karaman’da Türklüğü unutturma gayreti:

        Karaman, “Türklüğe karşı İslam kardeşliği”  başlıklı yazısında diyor ki: “Türk’ün dilini ve bilgisini geliştirin, ama ona ‘Ey Türk’ diyecek yerde ey Müslüman diye hitap edin.” (Yeni Şafak Gazetesi 17.3.2013) Türkçe konuşacaksın, Kendini Türkçe ile geliştireceksin, dün “Nesil”de “Türk, İslam” yazacaksın, bugün, “Türk diye çağırma” diyeceksin. Nasıl bir çizgi?

        Bir kişiye ırkının adıyla hitap etmenin sakıncası yok. Yaratan da bu hitabı kullanır, “Ey İsrailoğulları! Ey falanın kavmi” der. Biz niye “Ey Türk! Ey Türk milleti!” demeyelim? Bunu demek ne günahtır, ne ayıp. Kavmimizi sevmenin günah olmadığını, günah olanın ‘zulüm üzerinde olan kavmimizi-asabiyet gayretiyle-desteklemek’ olduğunu biliriz.

        “Ey Türk” demeyin, “Müslüman!” deyin çağrısı bana “Milli Mücadele” yıllarında Damat Ferit gibi işbirlikçilerle bir olup Atatürk ve silah arkadaşları için “katli vacip” fetvaları veren, sonra Arap topraklarına kaçıp orada: “Tövbe ya Rabbi, Türklüğüme tövbe! Türklüğümden istifa ediyorum” diye zırvalayan Mustafa Sarpileri hatırlattı. İnşallah içimizden yeni Mustafa Sarpiler çıkmaz.

        Karaman’ın şu günlerde “Ey Türk” demeyin isteği, anayasamızdan “Türk, Türk Milleti” gibi kavramları çıkarmak isteyen AKP’nin “Âkil adamı” oluşundan da mı kaynaklanıyor bilemem. Böyle bir durum varsa, Türk milleti değil kendinin, adının bile yok edilmesine göz yummaz.

        Karaman’da Osmanlıcılık ruhu:

        H.Karaman 25.Nisan.2013 tarihli Yeni Şafak Gazetesi’nde “Geçmişin aynasında çözümü düşünmek” başlıklı yazısında bakın neler yazdı:

         “Türkiye Osmanlılarındır ve hiçbir unsurun değildir. Osmanlı yüce adı altında toplanacak olan tek milletindir.

         Türkiye’de farklı unsurların kendilerine ait diller, serbesttir ve saygı duyulur; lakin din dili Arapçadır, resmi dil ise Türkçedir.”

         Burada “Türk’e” hazımsızlık, “Türkiye Türklerindir” tezine tepki var. Osmanlı bir sülalenin adıdır; Osmanlı diye bir millet yoktur. “Türkiye Osmanlılarındır, hiçbir unsurun değildir” demek, mülkümüzün ortakları var demektir. “Osmanlı” adı yüce filan değildir, yüceliğin ölçülerini İslam belirlemiştir.

        Belli ki Karaman Osmanlıcıdır. Niçin? Osmanlıcılık tezinde milliyet tezi yok, kendisi milliyet tezine karşı da ondan. Karaman: “İslami çözüm istiyorsanız önce rejimi değiştireceksiniz” (İslami çözüm Yeni Şafak Gazetesi 28.Nisan.2013) diyerek İslam üzerinden Cumhuriyetimize yüklenecek ya, “Türk milliyetçiliğini ayaklarımın altında çiğniyorum” diyen Erdoğan’ı destekliyor ya, işte Karaman bu gibi nedenlerden dolayı Osmanlıcıdır. Yani hoca bir taşla birden çok kuş peşindedir.

        Karaman’dan cemaate fikri destek:

        İlmi hayatının başlarında cemaat-tarikat yapılanmalarına yaslanmadan sırf ilim-İslam için okuyup yazan Karaman sonraları bazı siyasilere pas verir, bazı grupları destekler oldu. Bunlardan birisi de Gülen cemaati ve bu cemaatin, “Dinlerarası Diyalog” projesidir. Karaman diyor ki: (Yeni Şafak, 17.Aralık.2004)

         “Son yıllarda dinler arası diyalog toplantılarını daha çok belli bir cemaatin mensupları yürüttüğü için işin geçmişini bilmeyenlere, bu faaliyette kötü bir niyet bulunduğu zannı verilmeye çalışıldı…Son yılda yurt dışına da taşarak ABD ve Brüksel’de Abant toplantılarının benzerlerini tertiplediler. Bu faaliyetin de altında çapanoğlu arayanlar oldu, oluyor…Tertip heyeti her defasında şunu tekrarladı: “Biz başlattık; istedik ki, kavga yerine barış, kaos yerine düzen ve huzur, güvensizlik yerine güven,...olumsuzluklar yerine bazı olumlu gelişmeler olsun! Sizler isterseniz biz size hizmet etmeye devam ederiz… Ama bu işe sahip çıkan bulunmadı, hizmet yine aynı heyetin omzunda kaldı.”

         Yani siz “arkasında ne var” diyerek diyalog kapısını açmaya kalkarsanız, bizi “ehl-i kitap”a yamamak isteyen kifayetsizleri eleştirirseniz, işe yaramazsınız. Karaman’ın 17.12.2004 tarihli yazısını ben şu açılardan da düşündürücü buluyorum:

        1-Karaman bu yazıyı yazdığında Amerikan askerleri Irak’ta Müslümanları katlediyor, cami ve türbeleri yıkıyor, Müslüman kadın ve kızların namuslarını kirletiyordu. Karaman böyle bir dönemde “diyalog/barış” mesajları veriyor.

        2) Karaman, Abant toplantılarının 2004’te ABD ve Brüksel’de yapıldığını duyuruyor. ABD’nin “Yeşil Kuşak Projesi, Ilımlı İslam Projesi” gibi iki projesi var ki, bu iki projeden birincisi Müslümanları komünizmle korkutarak içten sarmala alıyor, ikincisi, “Müslümanları ikna ederek Hıristiyanlığı Müslüman dünyasında aklıyor.” Diyalog toplantılarının sonuncusu niye Brüksel’de yapılmış? Brüksel şu anda Hıristiyan dünyasının birlikteliğini sağlama merkezidir. Bu merkez “Şark meselesi/projesi” ile Türkleri Anadolu’dan kovmayı, kovulamazsa Anadolu’da toptan imhayı planlıyor. Böyle bir merkez benim neyime?

        3) Karaman ABD ve Brüksel’de yapılan diyalog toplantılarını bize hatırlatıyor, oralara gidelim, anlaşalım diyor. Bir takım yuvarlak laflarla kafa karıştırmaya gerek yok. İyi bir Müslüman iseniz, zaten kimseye zarar vermezsiniz. Hz. Peygamber’in İslamî tebliğde bir metodu vardı: Müslüman olmayanları pazarlıksız İslam’a çağırmak. Zaten Allah da bun istiyor. (Al-i İmran Suresi’nin 64. ayetine bakınız)   

        Karaman’ın gazetesindeki yazılarını internet ortamında rest gele seçip okurken gördüm ki, kendisi de Müslümanların akan kanlarından rahatsız. Ama katillere karşı başı dik, sesi gür, kalemi açık değil. Biz kendisinden dik ve gür bir duruş bekliyoruz.

        H. Karaman yanlış yazıyor, Müslümanları yanıltıyor:

        Karaman aleyhinde yazmak beni mutlu etmiyor. Ama Karaman’ın öyle yazıları var ki, kendisini eleştirmeye mecbur kalıyorum. Karaman’ın “Din, savaş ve barış” adındaki yazısı bunlardan birisidir. 17.Ağustos.2007 günü Yeni Şafak Gazetesi’nde çıkan bu yazısında Karaman önce kendisine sorulan soruları sıralıyor, sonra cevabını veriyor. İşte o soru ve cevapların bir bölümü:

         “1-Dinimiz ve diğer dinlerin temel amaca dünya ve ahret mutluluğu olduğu halde, neden birçok kavganın temelinde dinler yatıyor. Peygamber efendimiz İslam’ı tepliğ ettikten hemen sonra bile onun yakın arkadaşları arasında savaş çıkmıştır.

2-İslam’da ifrat ve tefrit ne demektir? Yaşantımızın ifrat ve tefrit olacağını nereden bileceğiz?

3- Yahudiler, Hıristiyanlar ve biz Müslümanların kavgalarının temelinde kadim din savaşlarının yattığını biliyoruz. Neden her şey en sonunda kavgaya dayanıyor” Ve bu mektuba cevabım:

         H. Karaman bu sorulara “girişten sonra, birkaç yazıda soruları sırayla cevaplandıralım” diyor, şunları yazıyor:  

         1- Kavgaların temelinde dinler yatmıyor, böyle bir iddia veya tespitin ilmi bir delili yoktur. Savaşların, kavgaların, bölünmelerin başka sebepleri var; ama din ve ona benzer kutsallar, manevi değerler, hassasiyetler istismar ediliyor, insanları belli bir eyleme yöneltmek için kullanılıyor (Tıpkı haçlı seferlerinde olduğu gibi). Nitekim çeşitli maddi nimetler de savaş ve kavga sebebidir; bundan dolayı nimetleri (arazi, su, para, enerji…) suçlamak akıl kârı olmaz. Asıl suçlanması gereken şey insanın ahlâksızlığıdır, hamlığıdır.

         Hz. Peygamber’in ashabı, O, dini tepliğ ettikten hemen sonra savaşmadılar. Savaşlar ashabın azalmasından sonra, ikinci ve daha sonraki nesillerde ortaya çıktı. Ama bunun da sebebi din değildir. Onlar farklı dinlere inandıkları için değil, farklı çıkarların peşinde oldukları için savaştılar, bu arada dini çıkarlarına alet edenler de oldu.”

         “Kavgaların temeli din değil maddi nimetlerdir, insanın hamlığıdır” iddiası bazı gerçekleri ifade etse de birçok gerçeği örtüyor. “Haçlı Seferleri” Kudüs vb. kutsal yerleri Müslümanlardan geri almak için yapıldı, öncüleri papalardı.

        11 Eylül saldırısından sonra Bush İslam ülkelerine yapacağı saldırıyı “Haçlı Savaşı” diye niteledi. Rusya Başbakanı Putin, Fransa İçişleri Bakanı Claude Guenat ve Cumhurbaşkanı Sarkozy de Libya’nın işgaline “Haçlı Savaşı” dediler.

        Karaman hala “savaşlarda dinin rolü yok” diyorsa ben kendisine soruyorum:

         Ebu Eyyüp el Ensari, komutanı ve silah arkadaşlarıyla birlikte İstanbul’a cihat yapmak için mi geldi, hazine aramak için mi geldi?

        Kuran’da “Cihat”la ilgili çok ayet var. Bir ayette: “Fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın…” deniyor. (Enfâl:39)    Savaşların temelinde din yok demek, Hıristiyan dünyasının İslam dünyasına karşı yürüttüğü ideolojik saldırıları basite indirgemek, “Ilımlı İslam, dinler arası diyalog” gibi tertiplerle Müslümanları ılık suda haşlamak demektir.

         “Peygamberin ashabı tebliğden hemen sonra savaşmadı, sonraları, ikinci-üçünce nesiller savaştı. Burada da din yoktu” iddiası da asılsızdır. Çünkü Hz. Peygamber öldükten hemen sonra (632) ashabı hem kendilerine, hem dışarıya karşı savaştılar; bir iki nesil filan geçmedi. “Cemel ve Sıffin Savaşları” Peygamber’in yakınları, ilk Müslümanlar arasında yapıldı. Havaricin çıkışında dini yorum var.

         Peygamber’in arkadaşları Peygamberle yaptıkları savaşlara ara vermediler. Hz. Ebubekir daha Peygamber’in bedeni toprağa verilmeden Üsame ordusunu yola çıkardı. İslam Tarihi kaynakları dört halife dönemindeki savaş ve fetihleri anlatır. Bırakalım o büyük kaynakları, liselerin tarih kitaplarından bile şu bilgilere erişiriz.  

        Hz. Ebubekir (632-634), Bahreyn, Umman Yemen, Hadramut, Bizans, İran taraflarına ordular gönderdi. Hz. Ömer (634-644) döneminde: Şam, Kudüs, Antakya, Halep, Hemedan, Nihavent, Bingazi, Trablusgarp ve Mezopotamya’nın birçok yerleri alındı, Ürdün’ün fethi tamamlandı, Kadisiye Savaşı yapıldı, Kufe ve Basra’da ordugâhlar kuruldu. Hz. Osman (644-656) döneminde: Rodos, Azerbaycan, Harezm, Horasan ve Tunus alındı. Bunları Karaman bilir ama “din yüzünden savaş olmadı” diyor niçin? “Dinlerarası diyalog çalışmalarına zarar vermesin, Medeniyetler arası ittifak projesi etkilenmesin” diye mi?..

        Karaman Hoca Âkıl mı, ‘Âkil mi?

        Şu günlerde “Âkil adamlar” konusu çok konuşuluyor. Bu yüzden Karaman “Âkıl Ma’kul İnsanlar” başlıklı bir yazı yazdı. O yazıda Arapçaya vâkıf birisi olarak bir yazım ve anlam yanlışlığını düzeltmek istedi, iyi de yaptı. 04.04.2013 günkü Yeni Şafak’taki o yazıyı okuyunca aklıma şu soru geldi:

        Karaman Hoca Âkıl mı, ‘Âkil’mi, her ikisi mi?

        Hocanın da ifade ettiği üzere:

         Âkil=Yiyen, yiyici (e.k.l.) fiilinden,

        ‘Âkıl=Aklı başında, akıllı manasında (‘a.k.l.) fiilinden gelir.

        Hoca’nın aklı var, akıllı/zeki bir insandır. Hoca aynı zamanda yaşayabilmek için yiyip içen, hepimiz gibi biyolojinin yasalarını uygulamak zorunda kalan birisidir. İnsan ya hak ettiğini yer, ya hak etmediğini yer.

        Ben Karaman Hoca’nın; Prof. Dr. Mustafa Çağırıcı, Prof. Dr. İbrahim Kâfi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş ile birlikte:

        Türkiye Diyanet Vakfı’na (T.D.V.) “Kuran Yolu Türkçe Meal ve Tefsir” adındaki kitabı yazmak üzere, bu vakıftan 50 veya 150.000 Amerikan doları aldıklarını,

        Alınan paranın karşılığı tefsirin zamanında adı geçen vakfa teslim edilmemesi nedeniyle, vakfın parasının Karaman ve diğer heyet üyelerince heder edildiğini,

        Bu konunun D.D.K. raporlarına da girdiğini,

        AKP’nin İbrahim Kâfi Dönmez’i Diyanet İşleri Başkanı yapmak üzere Cumhurbaşkanlığı makamına teklifte bulunduğunu, Önceki Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’in İ. Kâfi Dönmez’i-başka nedenlerle beraber-bu tefsir parasında adı geçtiği için veto ettiğini duydum. Bunu duyan yalnız ben değilim. Çokta konuşan var.

        Tefsir yazma karşılığında alınan para 150 bin değil de 100 bin olabilir, 50 bin olabilir, 30 bin olabilir. Duyduklarım bütünüyle asılsız da olabilir. Ama orta yerde dolaşan bir sürü dedi-kodu var. Burada bu vesile ile soruyorum:

        Sayın Hayrettin Karaman ve bu konuda adı geçen diğer kişiler,

        Siz T.D.V.’den “meal-tefsir yazma emeğinin karşılığı olarak para aldınız mı, almadınız mı?

        Aldıysanız Amerikan doları cinsinden mi aldınız, TL cinsinden mi aldınız?     Aldıysanız kaç lira aldınız ve bu paranın karşılığında T.D.V.’na taahhüt ettiğiniz meal-tefsir’i zamanda yazıp verdiniz mi, vermediniz mi?

        Meal-Tefsir konusunda Diyanet ile ilişkiniz oldu mu, olduysa nasıl oldu?

         Yani siz bir taraftan ‘Âkıl=Akıllı iken,

         Bir taraftan da ÂKİL=YİYİCİ mi oldunuz?

        Bunları sormak bizim hakkımızdır.

        Bu sorulara cevap vermek sizin ilim, vicdan ve namus borcunuzdur.

        Başta Karaman olmak üzere, T.D.V., Diyanet ve tüm ilgili kişiler, kuruluşlar, bu söylentilere açıklık getirme zorundalar.

        Böylece bizler zan ve söylentilerden, sizler de töhmetten kurtulacaksınız.

         Sonuç:

        Ben dünkü Hayrettin Karaman ile bugünkü Hayrettin Karaman’ın çizgisinde kırıklıklar görüyorum. Keşke görmeseydim. Ashap Peygamber’in söz ve uygulamalarına ikna olmadığında itiraz ederdi, bazen Peygamberi bile eleştirirdi. Haliyle Karaman’ı da eleştirebileceğiz. Çünkü Türkiye’de “din-iman” adına çok dümenler çevriliyor.

    

 

 

Yusuf DÜLGER
İlahiyatçı-Gazeteci-Yazar

yusuf.dulger@hotmail.com 

                           MEKKE'DE TÜRKLÜK  YAZILARI

                           -MEKKE’DE TÜRKLÜK (1) 

                                                          -MEKKE’DE TÜRKLÜK (2) 

                                  -MEKKE’DE TÜRKLÜK (3) 

                                                         -MEKKE’DE TÜRKLÜK (4)

  YUSUF DÜLGER'İN 2011'de YAYIMLANMIŞ YAZILARI İÇİN    TIKLAYINIZ...   

2012-2013 Yılı Yazıları:

 - KOMUTANLAR! NEREYE!

 “ANADOLU KAYIPTA”

 -TÜRKLÜĞÜ YOK EDEMEZSİNİZ!

 -KÜRTAJ-SEZERYAN-ULUDERE

 -KONYA MERAM TIP FAKÜLTESİ ÜZÜYOR

 -MÜCADELECİLER VE YAVUZ ARSLAN ARGUN

 -ILIMLI TEKBİR, YAĞCI MÜSLÜMAN 

-BİLGİYE KAPISINI KAPATMIŞ İKİ BAKANLIK (MEB, KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI)

  -KENDİ KALESİNE GOL ATANLAR

  -BİR KARNEDE DÖRT HATA

 -MİLLİ EĞİTİM ÇÜRÜYOR 

 -TÜRKLERİN ARAPLAŞTIRILMASI

 -STRATEJİK DARBE

 -MİLLİ GÜVENLİK DERSLERİ

  -MEKKE’DE TÜRKLÜK (1) 

   -MEKKE’DE TÜRKLÜK (2) 

  -MEKKE’DE TÜRKLÜK (3) 

  -MEKKE’DE TÜRKLÜK (4) 

  -ALLAH TÜRK’Ü SEVMEZ Mİ?

  -FETRET DÖNEMİNDEYİZ

  -TÜRKİYELİ DİNCİLERİN SURİYE-İRAN SINAVI

  -KONYA’DA 19 MAYIS

  -BUDDHA VE ATATÜRK

  -CUMHURİYET İÇİN GÜÇ BİRLİĞİ

  -ÖĞRETMEN GÖZÜYLE MİLLİ EĞİTİM-1

  -ÖĞRETMEN GÖZÜYLE MİLLİ EĞİTİM-2

  -AMERİKA KİRLİ, TÜRKLER KUŞATMADA

  -RECEP ERDOĞAN'IN YUMUŞAK KARNI

 

İkbal VURUCU, Mete KILIÇ, Şükrü ALNIAÇIK, Özcan PEHLİVANOĞLU Müjdat ÖZTÜRK. Birol ERTAN,Ali ERDOĞAN'ın yazıları için TIKLAYINIZ..

 

  KÖŞE YAZILARI

Web Counter
Web Counter

DEFA OKUNDU...

 

 

"Anamur'un ve Anamurluların Buluşma Adresi ve Gerçek Sesi..."
ANAMUR'UN SESİ  

     
   

  Başa Dön 

Yazdır

 
 
 
Copyright © Tüm Hakları Saklıdır [Çınar Arıkan]