Hayat
HAYREDDİN
KARAMAN’IN ÇİZGİSİ KIRILMIŞ
Okuyucularıma:
Bu yazı da çok uzun oldu.
Aynı konuyu bölmek istemedim.
Kendinizi biraz yoracaksınız veya
iki ayrı zamanda okursunuz.
Prof. Dr. Hayrettin Karaman
Konya İmam-Hatip Lisesi ve Konya Yüksek
İslam Enstitüsü mezunudur. Güvenilir bir
hocalığı, nefis yayınları var. Sadece
“İslam Hukukunda İçtihat” isimli
kitabı bile kendisinin ilim ve fikir
düzeyini ispatlar.
12/05/2013 tarihinde anamurunsesi.com
yazdı.
___________________________________________________________________________
HAYREDDİN
KARAMAN’IN ÇİZGİSİ KIRILMIŞ
Okuyucularıma:
Bu yazı da çok
uzun oldu.
Aynı konuyu
bölmek istemedim.
Kendinizi biraz
yoracaksınız veya iki ayrı zamanda
okursunuz.
Prof. Dr.
Hayrettin Karaman Konya İmam-Hatip Lisesi
ve Konya Yüksek İslam Enstitüsü mezunudur.
Güvenilir bir hocalığı, nefis yayınları
var. Sadece “İslam Hukukunda İçtihat”
isimli kitabı bile kendisinin ilim ve
fikir düzeyini ispatlar.
Ne zaman ki
Türkiye’de “din üzerinde siyaset yapma,
İmam-Hatip ve İlahiyatları elde etme,
Cumhuriyetimizi din düzerinde dönüştürme”
dönemi hız kazandı; o günden sonra Karaman
ve benzerleri objektif düşünceyi terk
etmeye, geri çekilmeye, T.C. aleyhtarlığı
yapmaya başladılar. Ben bunu Karaman
gibilerin kişilik sorunu olarak
değerlendirmem. Öyle yıllar ve ortamlar
yaşandı ki, Karaman ve benzerleri ya tavır
değiştirip baskılardan kurtulacaklardı, ya
da tarafsız ve ilmi duruşun diyetini
ödeyeceklerdi. Karaman ve benzerlerinden
bir kısmı tavır değiştirmeyi yeğlediler.
Çünkü herkes bir İmam-ı Azam olamazdı;
baskılara rest çekmeyi, hapishanelerde
sopa yiyerek bu dünyadan göçmeyi göze
alamazdı.
Karaman’ın önceki
çizgisi:
Karaman gibi
ilahiyatçılarımız geçmişte İmam-Hatip
Liselerini “Türkiye’nin harcı”
olarak değerlendirirler, bu neslin her
ferdine “imam” (uyulan) olun,
cemaat (uyan) olmayın”
derlerdi. Karaman ve benzerleri o zaman,
“din ve milliyet, İslam ve Türk”
ayırımı yapmaz, birleştirici, İslam
dünyasını kucaklayıcı, “haçlılara
karşı” uyanık, çıkar peşinde olmayan
kişiler olmaya çağırırlardı. İşte iki
örnek belge:
“NESİL dergisi mensupları,
milletimizin maddi ve manevi kalkınmasına
yardımcı olmak, dini-milli şuura canlılık
vermek, …hedef edinmiştir. Bütünüyle
İslam’a ona ters düşmeyen milliyetçi
düşünce ve hareketlere bağlı kalmayı,
birleştirici olmayı ve grupların üstünde
kalmayı ve bütün faaliyetlerinde
menfaatten uzak kalarak sadece Allah
rızasını talep etmeyi… taahhüd eder.” (NESİL Aylık Fikir Dergisi Yıl: 1
Sayı: 1. Ekim 1976. Sayfa: 2,3)
“…Türk ve İslam düşmanları ise on
dört asır önceki düşmanca tutum ve
davranışlarına hız vererek, geniş planda
İslam âlemini, dar çerçevede Müslüman
Türkiye’mizi yıkmak gayret ve faaliyeti
içinde bulunmaktadır. Tek taraflı gayret
ve iyi niyet gösterileri sulhu sağlamaya
ve insanları sevmeye yetmiyor.
Habeşistan’da ve Filipinlerdeki
Müslümanlar kimlerden çekiyor?
Afganistan’da sürdürülen kıyasıya
mücadelenin zemininde ve arkasında kimler
var? Dünyanın çeşitli bölgelerinde akan
berrak kanlar hep mazlum Müslümanların…!
Propaganda araçları, ekranlardaki diziler
haçla
dolu. Bunlar bize bir şeyler
söylemiyorlar mı, hala olaylardan ders
almak niyetinde değil miyiz? Birbirimize
düşman gibi değil kardeşçe ve şefkatle
bakalım.” (NESİL
Aylık Fikir Dergisi Yıl: 3 Sayı: 36. 12
Eylül 1979. Sayfa: 3,6)
Nesil dergisi
Hayrettin Karaman, Ahmet Kahraman, Ahmet
Topaloğlu, Bekir Topaloğlu M. Saim Yeprem,
Yaşar Kandemir gibi ilahiyatçıların
birlikte çıkardıkları bir dergi idi.
Derginin önsözleri ve yayın ilkeleri bu
kişilerin ortak görüşünü
yansıtırdı. Yani yukarıdaki
alıntıların altında Karaman’ın da imzası
var.
Alıntılarda
gördüğünüz gibi Karaman dün milli ve
manevi değerlere bağlı, birleştirici ve
gruplar üstü, Türk ve İslam düşmanlarının
karşıtı, tek taraflı iyi niyetin
anlamsızlığına inanan, haçlıların
propaganda ve zulümlerine karşı bizi
uyaran bir ilahiyatçı idi. Ya bugün?
Bugünkü Karaman’ı bugünkü yazılarında
görelim.
a)
Karaman’da demokrasi çelişkisi:
“Demokrasiler genellikle laik
oluyor, Müslümanların kendilerine mahsus
bir demokrasilerinin olabileceği yazılmış
ve tartışılmış ise de bunun hem teorisi
hem de uygulanması üzerinde ittifak
olunmamıştır.
Laik demokrasi ile yönetilen bir
ulus devlette ‘İslami çözüm’den söz etmek
‘deniz üzerinde ev kurmaya’ veya ‘karada
gemi yüzdürmeye’ benziyor.”
(H. Karaman
Demokrasilerde Çözüm. Yeni Şafak Gazetesi,
3.Mayıs.2012)
Demek Karaman
laik demokrasiyi beğenmiyor. Aradan iki ay
bile geçmiyor, Karaman düşünce
değiştiriyor, aynı gazete’de,
“İmam-Hatiplerin Misyonu” başlıklı
yazısında demokrasiyi savunuyor. Okuyalım:
“Türkiye’yi AB’ye sokmak ve
demokrasiyi tamamlayıp güçlendirmek için
çalışan bir iktidarı ve onu destekleyen
tabanı bu manada muhafazakârlıkla
nitelemek de gerçek dışıdır.” (H.
Karaman Yeni Şafak Gazetesi,
29.Haziran.2012)
b)
Karaman’da Türklüğü unutturma gayreti:
Karaman,
“Türklüğe karşı İslam kardeşliği”
başlıklı yazısında diyor ki: “Türk’ün
dilini ve bilgisini geliştirin, ama ona
‘Ey Türk’ diyecek yerde ey Müslüman
diye hitap edin.” (Yeni Şafak Gazetesi
17.3.2013) Türkçe konuşacaksın, Kendini
Türkçe ile geliştireceksin, dün “Nesil”de
“Türk, İslam” yazacaksın, bugün,
“Türk diye çağırma” diyeceksin. Nasıl
bir çizgi?
Bir kişiye
ırkının adıyla hitap etmenin sakıncası
yok. Yaratan da bu hitabı kullanır, “Ey
İsrailoğulları! Ey falanın kavmi”
der. Biz niye “Ey Türk! Ey Türk
milleti!” demeyelim? Bunu demek ne
günahtır, ne ayıp. Kavmimizi sevmenin
günah olmadığını, günah olanın ‘zulüm
üzerinde olan kavmimizi-asabiyet
gayretiyle-desteklemek’ olduğunu
biliriz.
“Ey Türk”
demeyin, “Müslüman!” deyin çağrısı
bana “Milli Mücadele” yıllarında
Damat Ferit gibi işbirlikçilerle bir olup
Atatürk ve silah arkadaşları için
“katli vacip” fetvaları veren, sonra
Arap topraklarına kaçıp orada: “Tövbe
ya Rabbi, Türklüğüme tövbe! Türklüğümden
istifa ediyorum” diye zırvalayan
Mustafa Sarpileri hatırlattı. İnşallah
içimizden yeni Mustafa Sarpiler çıkmaz.
Karaman’ın şu
günlerde “Ey Türk” demeyin isteği,
anayasamızdan “Türk, Türk Milleti”
gibi kavramları çıkarmak isteyen AKP’nin
“Âkil adamı” oluşundan da mı
kaynaklanıyor bilemem. Böyle bir durum
varsa, Türk milleti değil kendinin, adının
bile yok edilmesine göz yummaz.
Karaman’da
Osmanlıcılık ruhu:
H.Karaman
25.Nisan.2013 tarihli Yeni Şafak
Gazetesi’nde “Geçmişin aynasında çözümü
düşünmek” başlıklı yazısında bakın
neler yazdı:
“Türkiye Osmanlılarındır ve
hiçbir unsurun değildir. Osmanlı yüce adı
altında toplanacak olan tek milletindir.
Türkiye’de farklı unsurların
kendilerine ait diller, serbesttir ve
saygı duyulur; lakin din dili Arapçadır,
resmi dil ise Türkçedir.”
Burada “Türk’e”
hazımsızlık, “Türkiye Türklerindir”
tezine tepki var. Osmanlı bir sülalenin
adıdır; Osmanlı diye bir millet yoktur.
“Türkiye Osmanlılarındır, hiçbir unsurun
değildir” demek, mülkümüzün ortakları
var demektir. “Osmanlı” adı yüce
filan değildir, yüceliğin ölçülerini İslam
belirlemiştir.
Belli ki Karaman
Osmanlıcıdır. Niçin? Osmanlıcılık
tezinde milliyet tezi yok, kendisi
milliyet tezine karşı da ondan. Karaman:
“İslami çözüm istiyorsanız önce rejimi
değiştireceksiniz” (İslami çözüm Yeni
Şafak Gazetesi 28.Nisan.2013) diyerek
İslam üzerinden Cumhuriyetimize yüklenecek
ya, “Türk milliyetçiliğini ayaklarımın
altında çiğniyorum” diyen Erdoğan’ı
destekliyor ya, işte Karaman bu gibi
nedenlerden dolayı Osmanlıcıdır. Yani hoca
bir taşla birden çok kuş peşindedir.
Karaman’dan
cemaate fikri destek:
İlmi hayatının
başlarında cemaat-tarikat yapılanmalarına
yaslanmadan sırf ilim-İslam için okuyup
yazan Karaman sonraları bazı siyasilere
pas verir, bazı grupları destekler oldu.
Bunlardan birisi de Gülen cemaati ve bu
cemaatin, “Dinlerarası Diyalog”
projesidir. Karaman diyor ki: (Yeni Şafak,
17.Aralık.2004)
“Son yıllarda dinler arası
diyalog toplantılarını daha çok belli bir
cemaatin mensupları yürüttüğü için işin
geçmişini bilmeyenlere, bu faaliyette kötü
bir niyet bulunduğu zannı verilmeye
çalışıldı…Son yılda yurt dışına da taşarak
ABD ve Brüksel’de Abant toplantılarının
benzerlerini tertiplediler. Bu faaliyetin
de altında çapanoğlu arayanlar oldu,
oluyor…Tertip heyeti her defasında şunu
tekrarladı: “Biz başlattık; istedik ki,
kavga yerine barış, kaos yerine düzen ve
huzur, güvensizlik yerine
güven,...olumsuzluklar yerine bazı olumlu
gelişmeler olsun! Sizler isterseniz biz
size hizmet etmeye devam ederiz… Ama bu
işe sahip çıkan bulunmadı, hizmet yine
aynı heyetin omzunda kaldı.”
Yani siz “arkasında ne var”
diyerek diyalog kapısını açmaya
kalkarsanız, bizi “ehl-i kitap”a
yamamak isteyen kifayetsizleri
eleştirirseniz, işe yaramazsınız.
Karaman’ın 17.12.2004 tarihli yazısını ben
şu açılardan da düşündürücü buluyorum:
1-Karaman bu
yazıyı yazdığında Amerikan askerleri
Irak’ta Müslümanları katlediyor, cami ve
türbeleri yıkıyor, Müslüman kadın ve
kızların namuslarını kirletiyordu. Karaman
böyle bir dönemde “diyalog/barış”
mesajları veriyor.
2) Karaman,
Abant toplantılarının 2004’te ABD ve
Brüksel’de yapıldığını duyuruyor. ABD’nin
“Yeşil Kuşak Projesi, Ilımlı İslam
Projesi” gibi iki projesi var
ki, bu iki projeden birincisi Müslümanları
komünizmle korkutarak içten sarmala
alıyor, ikincisi, “Müslümanları ikna
ederek Hıristiyanlığı Müslüman dünyasında
aklıyor.” Diyalog toplantılarının
sonuncusu niye Brüksel’de yapılmış?
Brüksel şu anda Hıristiyan dünyasının
birlikteliğini sağlama merkezidir. Bu
merkez “Şark meselesi/projesi” ile
Türkleri Anadolu’dan kovmayı, kovulamazsa
Anadolu’da toptan imhayı planlıyor. Böyle
bir merkez benim neyime?
3) Karaman ABD
ve Brüksel’de yapılan diyalog
toplantılarını bize hatırlatıyor, oralara
gidelim, anlaşalım diyor. Bir takım
yuvarlak laflarla kafa karıştırmaya gerek
yok. İyi bir Müslüman iseniz, zaten
kimseye zarar vermezsiniz. Hz.
Peygamber’in İslamî tebliğde bir metodu
vardı: Müslüman olmayanları pazarlıksız
İslam’a çağırmak. Zaten Allah da bun
istiyor. (Al-i İmran Suresi’nin 64.
ayetine bakınız)
Karaman’ın
gazetesindeki yazılarını internet
ortamında rest gele seçip okurken gördüm
ki, kendisi de Müslümanların akan
kanlarından rahatsız. Ama katillere karşı
başı dik, sesi gür, kalemi açık değil. Biz
kendisinden dik ve gür bir duruş
bekliyoruz.
H. Karaman yanlış
yazıyor, Müslümanları yanıltıyor:
Karaman
aleyhinde yazmak beni mutlu etmiyor. Ama
Karaman’ın öyle yazıları var ki, kendisini
eleştirmeye mecbur kalıyorum. Karaman’ın
“Din, savaş ve barış” adındaki
yazısı bunlardan birisidir.
17.Ağustos.2007 günü Yeni Şafak
Gazetesi’nde çıkan bu yazısında Karaman
önce kendisine sorulan soruları sıralıyor,
sonra cevabını veriyor. İşte o soru ve
cevapların bir bölümü:
“1-Dinimiz ve
diğer dinlerin temel amaca
dünya ve ahret
mutluluğu olduğu halde, neden birçok
kavganın temelinde dinler yatıyor.
Peygamber efendimiz İslam’ı tepliğ
ettikten hemen sonra bile onun yakın
arkadaşları arasında savaş çıkmıştır.
2-İslam’da ifrat ve tefrit ne demektir?
Yaşantımızın ifrat ve tefrit olacağını
nereden bileceğiz?
3- Yahudiler, Hıristiyanlar ve biz
Müslümanların kavgalarının temelinde kadim
din savaşlarının yattığını biliyoruz.
Neden her şey en sonunda kavgaya
dayanıyor” Ve bu mektuba cevabım:
H. Karaman bu
sorulara “girişten sonra, birkaç yazıda
soruları sırayla cevaplandıralım” diyor,
şunları yazıyor:
1- Kavgaların
temelinde dinler yatmıyor, böyle bir iddia
veya tespitin ilmi bir delili yoktur.
Savaşların, kavgaların, bölünmelerin başka
sebepleri var; ama din ve ona benzer
kutsallar, manevi değerler, hassasiyetler
istismar ediliyor, insanları belli
bir eyleme yöneltmek için kullanılıyor
(Tıpkı haçlı seferlerinde olduğu gibi).
Nitekim çeşitli maddi nimetler de savaş ve
kavga sebebidir; bundan dolayı nimetleri
(arazi, su, para, enerji…) suçlamak akıl
kârı olmaz. Asıl suçlanması gereken şey
insanın ahlâksızlığıdır, hamlığıdır.
Hz.
Peygamber’in ashabı, O, dini tepliğ
ettikten hemen sonra savaşmadılar.
Savaşlar ashabın azalmasından sonra,
ikinci ve daha sonraki nesillerde ortaya
çıktı. Ama bunun da sebebi din değildir.
Onlar farklı dinlere inandıkları için
değil, farklı çıkarların peşinde oldukları
için savaştılar, bu arada dini çıkarlarına
alet edenler de oldu.”
“Kavgaların temeli din değil maddi
nimetlerdir, insanın hamlığıdır”
iddiası bazı gerçekleri ifade etse de
birçok gerçeği örtüyor. “Haçlı
Seferleri” Kudüs vb. kutsal yerleri
Müslümanlardan geri almak için yapıldı,
öncüleri papalardı.
11 Eylül
saldırısından sonra Bush İslam ülkelerine
yapacağı saldırıyı “Haçlı Savaşı”
diye niteledi. Rusya Başbakanı Putin,
Fransa İçişleri Bakanı Claude Guenat ve
Cumhurbaşkanı Sarkozy de Libya’nın
işgaline “Haçlı Savaşı” dediler.
Karaman hala
“savaşlarda dinin rolü yok” diyorsa
ben kendisine soruyorum:
Ebu Eyyüp el Ensari, komutanı ve
silah arkadaşlarıyla birlikte İstanbul’a
cihat yapmak için mi geldi, hazine aramak
için mi geldi?
Kuran’da
“Cihat”la ilgili çok ayet var. Bir
ayette: “Fitne kalmayıncaya ve din
tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla
savaşın…” deniyor. (Enfâl:39)
Savaşların temelinde din yok demek,
Hıristiyan dünyasının İslam dünyasına
karşı yürüttüğü ideolojik saldırıları
basite indirgemek, “Ilımlı İslam,
dinler arası diyalog” gibi tertiplerle
Müslümanları ılık suda haşlamak demektir.
“Peygamberin ashabı tebliğden
hemen sonra savaşmadı, sonraları,
ikinci-üçünce nesiller savaştı. Burada da
din yoktu”
iddiası da asılsızdır. Çünkü Hz. Peygamber
öldükten hemen sonra (632) ashabı hem
kendilerine, hem dışarıya karşı
savaştılar; bir iki nesil filan geçmedi.
“Cemel ve Sıffin Savaşları”
Peygamber’in yakınları, ilk Müslümanlar
arasında yapıldı. Havaricin çıkışında dini
yorum var.
Peygamber’in arkadaşları
Peygamberle yaptıkları savaşlara ara
vermediler. Hz. Ebubekir daha Peygamber’in
bedeni toprağa verilmeden Üsame ordusunu
yola çıkardı. İslam Tarihi kaynakları dört
halife dönemindeki savaş ve fetihleri
anlatır. Bırakalım o büyük kaynakları,
liselerin tarih kitaplarından bile şu
bilgilere erişiriz.
Hz. Ebubekir
(632-634), Bahreyn, Umman Yemen, Hadramut,
Bizans, İran taraflarına ordular gönderdi.
Hz. Ömer (634-644) döneminde: Şam, Kudüs,
Antakya, Halep, Hemedan, Nihavent, Bingazi,
Trablusgarp ve Mezopotamya’nın birçok
yerleri alındı, Ürdün’ün fethi tamamlandı,
Kadisiye Savaşı yapıldı, Kufe ve Basra’da
ordugâhlar kuruldu. Hz. Osman (644-656)
döneminde: Rodos, Azerbaycan, Harezm,
Horasan ve Tunus alındı. Bunları Karaman
bilir ama “din yüzünden savaş olmadı”
diyor niçin? “Dinlerarası diyalog
çalışmalarına zarar vermesin, Medeniyetler
arası ittifak projesi etkilenmesin”
diye mi?..
Karaman Hoca Âkıl
mı, ‘Âkil mi?
Şu günlerde
“Âkil adamlar” konusu çok konuşuluyor.
Bu yüzden Karaman “Âkıl Ma’kul
İnsanlar” başlıklı bir yazı yazdı. O
yazıda Arapçaya vâkıf birisi olarak bir
yazım ve anlam yanlışlığını düzeltmek
istedi, iyi de yaptı. 04.04.2013 günkü
Yeni Şafak’taki o yazıyı okuyunca aklıma
şu soru geldi:
Karaman Hoca
Âkıl mı, ‘Âkil’mi, her ikisi mi?
Hocanın da ifade
ettiği üzere:
Âkil=Yiyen,
yiyici (e.k.l.) fiilinden,
‘Âkıl=Aklı
başında, akıllı manasında (‘a.k.l.)
fiilinden gelir.
Hoca’nın aklı
var, akıllı/zeki bir insandır. Hoca aynı
zamanda yaşayabilmek için yiyip içen,
hepimiz gibi biyolojinin yasalarını
uygulamak zorunda kalan birisidir. İnsan
ya hak ettiğini yer, ya hak etmediğini
yer.
Ben Karaman
Hoca’nın; Prof. Dr. Mustafa Çağırıcı,
Prof. Dr. İbrahim Kâfi Dönmez, Prof. Dr.
Sadrettin Gümüş ile birlikte:
Türkiye Diyanet
Vakfı’na (T.D.V.) “Kuran Yolu Türkçe
Meal ve Tefsir” adındaki kitabı yazmak
üzere, bu vakıftan 50 veya 150.000
Amerikan doları aldıklarını,
Alınan paranın
karşılığı tefsirin zamanında adı geçen
vakfa teslim edilmemesi nedeniyle, vakfın
parasının Karaman ve diğer heyet
üyelerince heder edildiğini,
Bu konunun
D.D.K. raporlarına da girdiğini,
AKP’nin İbrahim
Kâfi Dönmez’i Diyanet İşleri Başkanı
yapmak üzere Cumhurbaşkanlığı makamına
teklifte bulunduğunu, Önceki Cumhurbaşkanı
A. Necdet Sezer’in İ. Kâfi Dönmez’i-başka
nedenlerle beraber-bu tefsir parasında adı
geçtiği için veto ettiğini duydum. Bunu
duyan yalnız ben değilim. Çokta konuşan
var.
Tefsir yazma
karşılığında alınan para 150 bin değil de
100 bin olabilir, 50 bin olabilir, 30 bin
olabilir. Duyduklarım bütünüyle asılsız da
olabilir. Ama orta yerde dolaşan bir sürü
dedi-kodu var. Burada bu vesile ile
soruyorum:
Sayın Hayrettin
Karaman ve bu konuda adı geçen diğer
kişiler,
Siz T.D.V.’den
“meal-tefsir yazma emeğinin karşılığı
olarak para aldınız mı, almadınız mı?
Aldıysanız
Amerikan doları cinsinden mi aldınız, TL
cinsinden mi aldınız? Aldıysanız kaç
lira aldınız ve bu paranın karşılığında
T.D.V.’na taahhüt ettiğiniz meal-tefsir’i
zamanda yazıp verdiniz mi, vermediniz mi?
Meal-Tefsir
konusunda Diyanet ile ilişkiniz oldu mu,
olduysa nasıl oldu?
Yani siz bir taraftan
‘Âkıl=Akıllı iken,
Bir taraftan da ÂKİL=YİYİCİ mi
oldunuz?
Bunları sormak
bizim hakkımızdır.
Bu sorulara
cevap vermek sizin ilim, vicdan ve namus
borcunuzdur.
Başta Karaman
olmak üzere, T.D.V., Diyanet ve tüm ilgili
kişiler, kuruluşlar, bu söylentilere
açıklık getirme zorundalar.
Böylece bizler
zan ve söylentilerden, sizler de töhmetten
kurtulacaksınız.
Sonuç:
Ben dünkü
Hayrettin Karaman ile bugünkü Hayrettin
Karaman’ın çizgisinde kırıklıklar
görüyorum. Keşke görmeseydim. Ashap
Peygamber’in söz ve uygulamalarına ikna
olmadığında itiraz ederdi, bazen
Peygamberi bile eleştirirdi. Haliyle
Karaman’ı da eleştirebileceğiz. Çünkü
Türkiye’de “din-iman” adına çok
dümenler çevriliyor.
Yusuf
DÜLGER
İlahiyatçı-Gazeteci-Yazar
yusuf.dulger@hotmail.com
MEKKE'DE TÜRKLÜK YAZILARI
-MEKKE’DE TÜRKLÜK (1)
-MEKKE’DE TÜRKLÜK (2)
-MEKKE’DE TÜRKLÜK (3)
-MEKKE’DE TÜRKLÜK (4)
İkbal VURUCU,
Mete KILIÇ, Şükrü ALNIAÇIK,
Özcan PEHLİVANOĞLU
Müjdat ÖZTÜRK.
Birol ERTAN,Ali ERDOĞAN'ın
yazıları için
TIKLAYINIZ..
"Anamur'un ve Anamurluların Buluşma
Adresi ve Gerçek Sesi..."
ANAMUR'UN SESİ
|