|
EFSANE-MASAL-ATASÖZLERİ-
DEYİMLER-MANİLER
DEYİMLERİMİZ
Günlük hayatımızda farkında olarak
özellikle veya farkında olmadan bir
takım kelimelerle gerçek anlamından
başka bir anlamı bulunan, konuşmamızı ve
söz güzelliğimizi güçlü kılan, bir veya
birkaç kelimeden meydana gelen söz
toplulukları kullanırız. Bunlar genelde
kalıplaşmıştır. Bu söz topluluklarına
deyim denilmektedir. Tabir kelimesinin
kullanıldığı da olur.
Deyimler kalıplaşmıştır. Herkes
tarafından kullanılabilinir. Kelimelerin
söylenişinde yerleri değiştirilmez.
Değiştirilirse anlam bütünlüğü bozulur.
Kelime kaldırılıp, yerine başka bir
kelime konmaz. Söyleyiş biçimi eskiden
beri ne ise o şekilde söylenir. “Ağır
aksak” deyiminin yerine “yavaş aksak”
diyemeyiz. Desek bile bu almam bütünlüğü
bozulduğu içim deyim olmaktan çıkar.
Anlamı söyleyişteki veya gerçek
anlamdaki ifadeden daha başka bir anlam
taşır. “Açık kapı bırakmak” deyimindeki
anlam “kapıların hepsini kapatırken
aradaki bir kapıyı açık bırakmak”
anlamında değil “istendiğinde konuya
yeniden dönebilmek bağlantısı bırakmak”
anlamındadır. Bazen deyimler başka
anlama da gelmez. Sadece ifade ettiği
anlama da uygun olur. “Sesi çıkmamak”
deyiminde olduğu gibi.
Kısa ve özlü ifadelerdir. Söylenen sözün
etkisini artırırlar.
İki kelime veya daha fazla kelimeden
meydana gelirler. “Ahmakıslatan” iki
kelimelik, “Baston yutmuş gibi” üç
kelimelik, “Bir deri bir kemik kalmak”
deyimi ise beş kelimeden meydana gelen
deyimdir.
Benzetme ve söz sanatları deyimlerde
çoklukla kullanılır. Bu özellik anlatıma
çekicilik ve canlılık kazandırır.
Atasözü değildirler. Atasözleri kesindir
ve genel kuraldır. Deyimler ise genel
kural değildir. Genel için geçerliliği
yoktur. “Ayağını yorganına göre uzat.”
Atasözü herkes için genel özelliktedir.
“Açlıktan nefesi kokmak” deyimini ise
herkes için genel bir kural niteliğinde
kullanamayız.
Bazen deyim olmadığı halde bazı benzetme
söz ve söz dizilerini de deyim gibi
kullanırız. “Kabak çiçeği gibi
açılmak.”, “Arpacı kumrusu gibi” bu tür
deyimlerdir.
Arka arkaya kullanılan kelimelerde
kullanıldıkları yerlere göre deyim
sayılmaktadır. Peş peşe kullandığımız
bazı kelimeler ikilemedir ama deyim
özelliği kazanmışlardır. “Eski püskü”,
“süklüm püklüm”, “eğri büğrü” gibi.
Mastar halinde bulunurlar, ancak fiil
çekimleri yapılabilir. “Abayı yakmak”
deyimi mastardır. “Abayı yaktı” şeklinde
fiil olarak da çekim yapılıp
kullanılabilinir.
Bitişik kelimelerle deyimler zaman zaman
karıştırılmaktadır. Bitişik kelimeler
kaynaşmış iki kelimeden meydana gelir.
Bitişik yazılır ve isim soyundan gelir.
Deyimlerde ise fiil çekimi
yapılabilinir. Çekim ekleri alır.
Deyimler genel olarak mecaz anlamlıdır.
İsim sıfat ve zarf olarak deyimleri
kullanmak mümkündür.
Anamur yöresinde ülkemiz genelinde
kullanılan birçok deyimin yanı sıra,
yöresel olarak kullanılan deyimlerde
mevcuttur. Yöremizde kullanılan deyimler
yaşanmakta olan sosyal ve kültürel
hayatla çoğu zaman özdeşleşmiştir.
Yaşanan kültür de deyimlerin
kendiliğinden ortaya çıkmasına yol
açmıştır. Aşağıda yöremizde kullanılan
deyimlerden harf sırasına göre örnekler
verilmiştir.
-A-
Aba altından sopa göstermek: Karşıdakini
tehdit edecek bir biçimde sözlerin
arsında, gizli bir şekilde korkutmak.
Aba yörede giyilen bir yelek cinsi olup,
beynamaz abası şeklinde de geçer. “Aba
altından sopa mı gösteriyorsun?”
Abayı yakmak: Birisine aşk ile tutulma,
gönül verme. “Yörük kızına abayı
yaktım.”
Abbas yolcu: Argo bir tabirdir. Yola
gidecek olan kişiyi tanımlar. “Abbas
yolcu! İşine karışmayın.” Ölüme yakın
olma hali. “Çok kötü yaralanmış, Abbas
yolcu galiba”
Abesle iştigal etmek: Boş ve anlamsız
işlerle uğraşmak. “Hala abesle iştigal
ediyorsun.”
Abuk sabuk konuşmak: Saçma sapan,
tutarsız ve anlamsız konuşmalar yapmak.
“Böyle insan mı olur! Abuk sabuk
konuşuyor.”
Abur cubur: Yemek yemek yerine faydasını
düşünmeksizin bir şeyler atıştırmak,
yemek. “Yemekten önce abur cubur
atıştırıp durmasana.”
Alel acele: Bir işi gereği gibi
yapmamak. Karşıdakini kandırmaya yönelik
davranışta bulunmak. “Ödevini alel acele
yapmışsın.”
Acemi çaylak: Tecrübesi olmayan,
deneyimsiz, toy olan. “Bu acemi
çaylaklarla işimiz var.”
Acısı yüreğine oturmak: Bir işten dolayı
acı duyma, üzüntünün insanda derin izler
bırakması. “Ana ile kızın acısı yüreğime
oturdu.”
Acısını çıkarmak: Daha önce kendisine
yapılmış bir davranışın intikamını
almak. “Acısını şimdi çıkardım.”
Acı soğuk: Üşüten, keskin soğuk, kış
günlerinin soğuğu. “Acı soğukta bir saat
bekledim.”
Acı söz: İnsanı inciten, yaralayan ve
karşıdakinin kalbini kıran sözler. “Acı
sözlerine artık dayanamıyorum.”
Acı acına: Karnı aç olarak, hiçbir şey
yemeden. “Acı acına yola düştük.”
Açığa vurmak: Gizli olan bir olayı
açıklamak. Herkese duyurmak. “Sorgusunda
her şeyi açığa vurmuş.”
Açığını bulmak: Başkasının gizli
bilgisini, sırını, zararlı bir durumunu
öğrenmek. “Ben her zaman onun açığını
bulurum.
Açık çek vermek: Bir kimseye belirli bir
konu veya konuda güvenme, sınırsız yetki
verme. “Bana açık çek verdi.”
Açık kalpli: İçi dışı bir olan, kötülük
düşünmeyen. “Onun gibi açık kalpli insan
görmedim.”
Açık kapı bırakmak: Söze yeniden dönüşü
sağlayabilmek için fırsat bırakma,
kestirip atmama, ileriyi düşünerek
tavizli konuşma. “O konuda çok açık kapı
bıraktım.”
Açık saçık: Kural dışı, ahlaki
değerlere, geleneğe, göreneğe göre
davranmama hali. “Çok açık saçık
konuşuyor.”
Açık seçik: Anlaşılır şekilde,
anlaşılmayan bir hususu bırakmamak.
“Konuyu açık seçik ortaya koydu.”
Açık vermek: Parayı denkleştirememe.
“Garson bugün elli lira açık verdi.”
Başkasının aleyhine kullanabileceği
kozları ortaya koymak. “Bu kadar da açık
verilmez ki!”
Açlıktan nefesi kokmak: Kendi kendini
idare edemeyecek kadar fakirliğe düşmek.
“Baktım açlıktan nefesi kokuyor.”
Aç susuz kalmak: Açlıktan, fakirlikten
yaşayamaz hale gelmek. “Ben gurbette,
çok aç susuz kaldım.”
Adamdan saymak: Değersiz bir insana
kıymet, değer vermek. “biz de onu
adamdan saydık.”
Adam etmek: Kullanılabilecek hale
getirmek. “Oyuncağı baya adam ettim.”
Bir insanı yetiştirme, eğitme, insan
olma özelliklerini arttırma. “Seni adam
etmek için çok uğraştım.”
Adam evladı: İyi bir insanın iyi olan
çocuğu. “Helal olsun! Adam evladıymış
yolda bırakmadı.”
Adam içine çıkmak: Toplumun içine
karışmak, mahcup olamamak. Değerli
insanların arasında yer almak. “Adam
içine çıkmak için ne yaptın?”
Adam sen de: İşe boş veren, önemsiz
kabul eden. “Biz adam sendecileri çok
gördük.”
A’dan Z’ye: Eksiksiz, sırasıyla,
bütünüyle. “A’dan Z’ye her şeyi
hesapladım.”
Adı batmak: Adının kötü işlere
bulaşması, adını anılmaz olması. “Adı
batasıca seni. Yöremizde ilenç olarak da
kullanılır.”
Adı çıkmak: Kötü nam ve şöhret kazanma.
“Adı çıkmış doksana, inmiyor seksene.”
Adım atamamak: Yapacağı bir işe
girişememe, yerinde sayma, aramama. “Bir
adım atamadım.”
Adını koymak: Adlandırma, isim verme.
“Bugün çocuğun adını koydular.” Bir
şeyin değerinin karşılığını belirleme. “
Malı kaça bırakacaksın, gel adını
koyalım.”
Aforoz etmek: Protesto, yakınlık
kurmaktan vazgeçmek. “Partiden aforoz
ettiler.”
Ağır aksak: Yavaş yavaş, düzgün olamayan
biçimde, topal. “Otobüs ağır ağsak
ilerledi.”
Ağır basmak: Ağırlığın fazla olması.
Terazinin bir kefesinin aşağıda olası.
“Biraz ağır bastı.” Her hangi bir iş
veya sahada etkili olabilme, güç.
“Piyasada ağır basıyor, diğerlerinin
lafı bile edilmiyor.”
Ağır başlı: Efendi, davranışları
kontrollü, ölçülü olan, kendini
başkalarına sevdirip, saydıran. “Çok
ağır başlı olmuş.”
Ağırdan almak: İşte isteksiz ve ağır
davranmak. “İşi neden ağırdan
alıyorsun?”
Ağır gelmek: Sözün onura, gurura
dokunması. “Sözlerin ağır geldi.” İşin
yapılmasının güç gelmesi. “İş bana ağır
geldi.”
Ağır hastalık: Kurtuluşu olmayan,
ölümcül hastalığa yakalanmış olmak.
“Ağır hastalığı varmış.”
Ağır söz: Dokunacak, incitecek, gurur
kıracak söz söyleme. “Öğretmenin
söylediği ağır sözler bütün sınıfı
incitti.”
Ağız aramak: Öğrenilmek isteneni veya bu
yönde meyli olup olmadığını öğrenmek
amacı ile soru sorma. “Evlilik konusunda
kızın ağzını ara bakalım.”
Ağız birliği etmek: Aynı şeyi yapma veya
söyleme, önceden ne yapılacağına,
söyleneceğine karar verme. “İfadeyi ağız
birliği ettikleri şekilde verdiler.”
Ağzından laf almak: Birinin ağzından
bildiği konuları ustalıkla açıklanmasını
sağlama. Karşıdakine sezdirmeden olayı
anlama, çözme. “Ağzından laf almada
vallahi üstüne yok.”
Ağızla lafı sakız gibi çiğnemek: bir
düşünce veya sözü tekrar tekrar
söylemek. “Konferansçı lafı ağzında
sakız gibi çiğnedi durdu.”
Ağız değiştirmek: Önceden söylediğinin
tersini söyleme veya düşüncelerinden vaz
geçme. “O ağız değiştirince çok zor
durumda kaldım.”
Ağız eğmek: Sıradan birine yalvarmak.
“Böyle de ağız eğilmez ki!”
Ağız kalabalığı: Gevezelik, bir birini
desteklemeyen gereksiz söz söyleme. “Bir
sürü ağız kalabalığı yaptı.”
Ağız kalabalığına getirmek: Gereksiz
sözlerle şaşırtmak, sözün arsına
lüzumsuz söz katmak, dikkatti dağıtarak
aldatmak. “Ağız kalabalığına getirip
keçiyi ucuza aldı.”
Ağız yapmak(Ağzı kalabalık): Birisini
kandırma amaçlı olarak duygu ve
düşüncelerini olduğundan farklı biçimde
yansıtıp, aldatma. “Ağız yapıp durma.”
Ağzı bir karış açık kalmak: Gördüğü veya
duyduğu bir olay karşısında şaşkına
dönmek. “Adamın yaptıkları karşısında
ağzım açık kaldı.”
Ağzı kulaklarına varmak: Aşırı sevinç,
sevindiğini çok açık şekilde belli
etmek. “Parayı duyunca ağzı kulaklarına
vardı.”
Ağzına bakmak: Başkalarının
yönlendirmesine açık olmak, ne
diyeceğini beklemek. “Durmadan şunun
ağzına bakıp duruyorsun.”
Ağzına baktırmak: Konuşmaları ile
dinleyenleri kendisine hayran bırakmak.
“Dinleyiciler hayranlık içinde durmadan
alkışladılar.”
Ağzına bir parmak bal çalmak: İkna etmek
için tatlı söz söyleme, kandırma.
“Ağzına bir parmak bal çaldım gitti.”
Ağzına girmek: Konuşmacılara çok yakın
olma. “Hocanın nerdeyse ağzına
girecekti.”
Ağzına layık: Çok güzel tadı olan,
lezzetli. “Baklava tam ağzına layıkmış.”
Ağzında bakla ıslanmamak: Sır saklamaya
becerememe. “Ona güvenilmez, ağzında
bakla ıslanmıyor.”
Ağzında gevelemek: Sözü dolandırmak,
açık konuşmamak. “lafı ağzında
geveleyenleri sevmem.”
Ağzından bal akmak: Çok güzel, hoşa
gidecek şekilde konuşmak, konuşulanı
beğenmek. “Konuştukça ağzından bal
damladı.”
Ağzından çıkanı kulağı işitmemek: Söz
söylerken ölçmeden, biçmeden nereye
gideceğini düşünmeden konuşma. “Ağzından
çıkanı kulağın işitiyor mu senin?”
Ağzından düşürmemek: Bir olaydan veya
kişiden sürekli söz etmek. “Nişanlısını
hiç ağzından düşürmüyor.”
Ağzından girip burnundan çıkmak: Çeşitli
yollar deneyerek, birisini bir işe razı
etmek. “Olumlu düşündürmek için ağzından
girdim, burnundan çıktım.”
Ağzından kaçırmak: Bir anda söylenmemesi
gereken bir durumu söyleyivermek. “Ona
vurduğunu ağzından kaçırdı.”
Ağzını açıp gözünü yummak: Sonunu
düşünmeden ileri geri her türlü sözü
söylemek. “Bir anda annesi ağzını açıp
gözünü yumdu.
Ağzını bıçak açmamak: Her hangi bir
sebeple söz söyleyecek durumda olmamak.
“Hiç kimsenin ağzını bıçak açmıyordu.
Ağzını poyraza germek: Umduğuna
ulaşamamak, boş yere beklemek. “Ağzını
artık poyraza geresin.”
Ağzının kokusunu çekmek: Menfaat için
bir başkasının yaptığı her türlü
nahoşluğa razı olmak. “Ne biçim insan,
hala onun ağzının kokusunu çekiyor.”
Ağzını seveyim: Güzel söz söyleyene
takdir ifadesi. “Ağzını seveyim bir daha
söyle de herkes duysun.”
Ağzının payını vermek: Kötü davranış
veya söz söyleyen kişiyi pişman ederek
ona ders vermek. “Ağzının payını verdim
gitti.”
Ağzının suyu akmak(Ağzı sulanmak): Çok
beğenmek, iç geçirmek, imrenmek.
“Izgaranın kokusuna ağzımın suyu aktı.”
Ağzının tadı kaçmak: Huzursuz olma,
dirlik ve düzenliğin bozulması.
“Buralarda kalamam, ağzımın tadı kaçtı.”
Ağzının tadını bilmek: Güzel
yiyeceklerden anlamak, güzelden anlamak.
“Ağzını tadını biliyorsun hani!”
Ağzı süt kokmak: Gençlik, tecrübesizlik
ve toy olma hali. “Ağzı süt kokuyor,
söylediği şeye bak!”
Ağzı var dili yok: Konuşmayıp susan,
sessiz, dersini anlatamayan. “Benim
gelinimin ağzında dili yok.”
Ağzıyla kuş tutmak: Hedefe ulaşamama,
engellenme, aradığını bulamama. “Ağzıyla
kuş tutsa da bu iş olmaz.”
Ah almak: Birinin ilencini çekme.
Kötülüğün kendi üzerine dönmesi. “O çok
ah aldı.”
Ahı tutmak: Bedduanın yerine gelmesi.
“Ona dokunma, vallahi ahı tutar.”
Ahı yerde kalmamak: Yaptığı ilencin
etkisini göstermesi hali. “Mazlumun ahı
yerde kalmaz.
Ahmakıslatan: Yağmurun bellim belirsiz,
incecik yağması. “Buna ahmakıslatan
denir.”
Ahrette on parmağı yakasında olmak:
Haksızlığın öbür dünyada karşılıksız
bırakılmayacağına, hakkın ahrette
alınacağına inanma.
Akan suları durdurmak: İtiraz edecek her
hangi bir nokta bırakmamak, imkânsızı
gerçekleştirmek. “İşe bir başlasın, akan
sular durur.”
Akıl etmek: Çareleri zamanında düşünerek
hareket etmek. “Konuları bir daha
bakmayı akıl edemedim.”
Akıl hocası: Akıl öğretmeye meraklı
olan, yol göstereni tarif veren. “Onun
akıl hocası var.”
Akıl kârı değil: Aklı başında olan bir
kişinin yapacağı iş olamamak. “Kırmızı
ışıkta geçmek akıl karı değil.”
Akıl kutusu: Çok akıllı, zeki kimse,
kendisinden beklenmeyen şekilde akıllı
davranan. “Maşallah. Torun bir akıl
kutusu.”
Akıllara durgunluk vermek: Çok
çalışarak, çok önemli şeyler yapmak,
şaşırtmak. “Yaptığı makine ile akıllara
durgunluk veriyor.”
Akıllı uslu: Yarmaz olmayan,
davranışları ile kendini beğendiren.
“Küçük kız çok akıllı uslu görünüyor.”
Akıl öğretmek: Yol gösterici,
tavsiyelerde bulunma. “Akıl öğretecek
değilim ya.”
Akıl sır erdirememek: Yapılan işin
nedenini, gizli yönlerini kavrayamamak.
“Bu işten nasıl beraat ettiğine akıl sır
erdiremedim.”
Akıntıya kürek çekmek: Olmayacak bir iş
hususunda boşu boşuna emek harcamak,
çabalamak. “Desene boşuna kürek çekmiş.”
Akla karayı seçmek: İşin sonucuna
ulaşıncaya kadar çok çaba harcayıp,
zahmet çekmek. “Parayı alıncaya kadar
akla karayı seçtim.”
Aklı almamak: Anlamamak, akla uygun
olmayan, inanılmayacak. “Denizin dibinde
uzun süre nasıl kaldığını aklım
almıyor.”
Aklı başına gelmek: Önceden zarar
gördüğü işlerde artık akıllı davranmak,
kendine gelmek. “Aklım başıma geldi ama
çok zarar çektim.”
Aklı başından gitmek: Ne yapacağını ne
edeceğini şaşırma. İyi ve mantıklı
düşünememe. “Yaralı görünce aklım
başımdan gitti.”
Aklı durmak: Düşünememe, şaşırma.
“Çocuğa vurduğunu görünce aklım başımdan
gitti.”
Aklı karışmak: Karamsarlık, akıllıca
düşünememe, bocalama. “Bir an aklım
karıştı.”
Aklı kesmek: Bir şeyi farklı biçimde
yapma veya yapılabileceğini düşünme.
“Sizin kestirme yoldan geleceğinizi
aklım kesti.”
Aklına düşmek: Hatırlama, yeni bir
düşüncenin oluşması. “Onun hile yapacağı
aklıma düştü.”
Aklına esmek: Bir anda bir şeyi yapmaya
karar vermek. “Sende akıl olsa, aklına
eseni yapmazdın.”
Aklına gelen başına gelmek: İşinin
mutlaka bir aksilikle karşılaşacağını
düşünmek ve onunla karşılaşma hali.
“Aklıma gelen başıma geldi, çocuk kuyuya
düştü.”
Aklına koymak: Kesin olarak bir şeyi
yapmak için kararını vermek. “Bu yaz
yaylaya göçmeyi aklıma koydum.”
Aklına yer etmek: Beğenip uygun bulunan
bir düşüncenin akılda yer etmesi. “Senin
bu söylediklerin aklımda yer etti.”
Aklından zoru olmak: Tutarsız, deli
gibi, akılsızca davranışta bulunmak.
“Jandarmaya karşı gelmek için aklından
zoru olmalı.”
Aklını almak: Karşıdakinin güzelliği ve
çekiciliği ile etkileme hali. “O kızın
gözleri aklımı aldı.”
Aklını başına devşirmek: Akılsız,
ölçüsüz ve mantıksız davranışlardan vaz
geçerek, mantıklı, ölçülü davranma.
“Aklını başına almazsan sonun kötü
olacak.”
Aklını başından almak: Şaşkınlık
yaratmak, akılsızlaştırmak,
mantıksızlaştırmak. “Gördüğü kız aklını
başından aldı.”
Aklını bir şeyle bozmak: Deli gibi olma,
başka bir şey düşünememek. “Aklını Ahmet
ağa ile bozdu.”
Aklını çelmek: Başka şekilde düşünmesini
sağlama, baştan, yoldan çıkarmak.
“Çocuğun arkadaşları aklını çeldi.”
Aklını peynir ekmekle yemek: mantıksız,
akılsız, delice işler yapmak. “Şuradan
geçmeye çalışıyor. Herhalde aklını
peynir ekmekle yemiş.”
Akşamdan sabaha: Kısa bir zaman içinde.
“Bu iş akşamdan sabaha olmaz ki.”
Akşamı iple çekmek: Gece olmasını
sabırsızlıkla beklemek. “O gün akşamı
iple çektim.”
Alacağına şahin, vereceğine karga:
Parasını herkesten alan, ancak borcunu
vermekte güçlük çıkaran. “Böyle adamı
olur? Alacağına şahin, vereceğine
karga.”
Alacağı olsun: İlerde intikamın
alınacağına ilişkin sitem ifadesi.
“Alacağı olsun. Ben ona yapacağımı
bilirim.”
Alaşağı etmek: Birisini mevkiinden,
makamından indirme. “Baktım ki alaşağı
etmişler.”
Al birini vur ötekine: Birbirinden farkı
olmayan, aynı ayarda. “Ha o ha öteki, al
birini vur ötekine.”
Alçak gönüllü olmak: hoşgörülü, gurursuz
ve kibirsiz davranma. “Devlet
idarecilerinin alçak gönüllü olması
gerekir.”
Al gülüm ver gülüm: Karşılıklı kollama,
sevgi, aynı davranışı gösterme. “İş
ortaklığımız al gülüm ver gülüm
şeklinde.”
Alıcı gözü ile bakma: Ayrıntılara dikkat
ederek bakma, inceden inceye gözden
geçirme. “Otomobile alıcı gözüyle
baktım.”
Alın teri dökmek: Çok emek vererek elde
etmek. “Ben alın teri dökerek
kazanıyorum.”
Ali kırkan baş kesen: Kaba kuvvet
kullanan, kaba saba. “Baktım ki Ali
kıran başkesen olmuş.”
Allah adamı: Hile hurda bilmeyen, doğru,
dürüst insan. “O var ya tam bir Allah
adamı.”
Allah yarattı dememek: Karşıdakini çok
hırpalama, sürekli dövme. “Gayri Allah
yarattı demeden vurdum.”
Allah yürü ya kulum demiş: Çabuk
kalkınma, çabuk zengin olma. “Ona Allah
yürü ya kulum demiş.”
Allak bullak etmek: Mevcut düzenin
bozulması, işlerin karışması. “Geldin
her şeyi allak bullak ettin.”
Allayıp pullamak: Kötü görünümü
güzelleştirme, süsüleme, donatma.
“Allayıp pullamış ona satmış.”
Allem, kalem etmek: Sonuca ulaşmak için
her hile ve kurnazlığı yapma. “Allem
edip, kalem edip binayı oraya diktiler.”
Alnını karışlamak: Küçümseyip, meydan
okuma. “Bu konuyu benden iyi bilen varsa
alnını karışlarım.”
Alnının akıyla: Şan ve şerefi ile
başarılı olma, küçümsenecek duruma
düşmeme. “Alnımın akıyla üniversiteyi bu
yıl bitireceğim.”
Alnının ar damarı çatlamak: Hiç
birşeyden utanmayan, sıkılmayan, ahlaki
duygularını yitirmek. “Alnının ar damarı
çatlamış olanlara bulaşma.”
Alnın kara yazısı: Kötü talih, kaderin
sonucu, baht. “Vay alnımın kara yazısı,
genç yaşta onu kaybettim.”
Al takke ver külâh: Herhangi bir sonuca
uzun sürede ulaşma, senli benli.
“Sonuçta bir şey olmadı. Al takke ver
külâh.”
Altı kaval, üstü şişhane: Giyimin uygun
olmadığını anlatır. “Bu kızın giyimine
de ancak altı kaval, üstü şişhane
denir.”
Altında kalmamak: Yapılan bir iyiliği
karşılıksız bırakmamak. “Ben hiç altında
kalır mıyım?”
Altından çapanoğlu çıkmak: Yapılacak bir
işte dertlerin çıkması, hileyle
karşılaşılması. “Onun işlerinin altından
hep bir çapanoğlu çıkar.”
Altından girip üstünden çıkmak: Har
vurup harman savurma, eldeki parayı,
sermayeyi yok etme. “Bütün malların
altından girip üstünden çıktı.”
Altından kalkmak: Zorluklara rağmen işi
başarmak. “Ben bu işin altından
kalkarım.”
Altını çizmek: Bir olayın önemini
özellikle vurgulama. “Bu cümlenin altını
çizerek söylüyorum.”
Altını üstüne getirmek: Çok ayrıntılı
arama yapma, ortalığı dağıtma, insanları
birbirine düşürme. “Evin altını üstüne
getirdim, çantayı bulamadım. Dükkânın
altını üstüne getirmişler.”
Altmışaltıya bağlamak: Durumu uygun
olamayan bir şekilde kurtarmak. “İşte
şimdi altmışaltıya bağladım.”
Altta kalanın canı çıksın: Herkes
başının çaresine baksın, kendini
kurtarsın, zayıflara ne olursa olsun.
“Ben hakkımı alırım, altta kalanın canı
çıksın.”
Alttan almak: Karşıdakinin haklı
olduğunu vurgulama, yumuşak, olumlu
davranış gösterme. “Ne kadar alttan
aldıysam da bir türlü sakinleşmedi.”
Aman dilemek: Direnci kırılanın
karşısındakine teslim olması, canının
bağışlanmasını istemesi, merhametine
sığınma. “Ama dileyeni af ederim.
Ana baba günü: Kimsenin birbirini
tanımadığı, çok yoğun kalabalık. “Banka
ana- baba günüydü.”
Ana kuzusu: Mazlum, küçük, günahsız
kucak çocuğu. “Öz bir ana kuzusu.”
Anası ağlamak: Çok eziyetli işlere
katlanmak, bitkin olmak. “Bu evi
yapıncaya kadar çok anam ağladı.”
Anasından doğduğuna pişman: İsteksiz,
yorgun, hiç bir şey yapmak istemeyen,
tembel. “Anandan doğduğuna pişman
gibisin.”
Anasından doğduğuna pişman etmek:
Karşıdakine çok eziyet verme, sıkıntıya
düşürme, canından bezdirme. “Hele dur!
Onu daha anasından doğduğuna pişman
edeceğim.”
Anasından emdiği süt burnundan fitil
fitil gelmek: Yapılan işte çok büyük
sıkıntı çekmek, eziyete, zorluğa
katlanmak. “ Borcu ödeyinceye kadar
anamdan emdiğim süt burnumdan fitil
fitil geldi.”
Anasını ağlatmak: Birine çok eziyet
etme, sıkıntı ve ızdırap çektirme. “O
çocuk öğretmenin anasını ağlattı.”
Anasının gözü: Hiçbir numarayı yutmayan,
kendi çıkarını düşünen. “Öyle anasının
gözü ki..”
Anasının nikâhını istemek: Değerinin çok
üzerinde değer koyma, olmayacak istekte
bulunmak. “Adam beton dökmeye anasının
nikâhını istedi.”
Anasına satayım: Başka bir şekilde işi
planlayıp yapabilmeyi anlatır. “Anasına
satayım bende öbür yoldan geçerim.”
Anca beraber, kanca beraber: Her ne
şartta olursa olsun bir birine güvenip,
sonuna kadar gidileceğini anlatır.
“Ölümde olsa anca beraber, kanca
beraber.”
Anladıysam Arap olayım: Söylenen sözden
veya ortaya çıkan durumdan bir şey
anlamamak. “Bir kelime anladıysam Arap
olayım.”
Ant olsun: Bir şeyi sonuçlandırmak veya
intikam almak için söz verme. “Ant olsun
bunun hesabını soracağım.”
Apar topar: Aniden, hiçbir hazırlık
yapamadan. “Apar topar toplanıp geldik.”
Aradan kara kedi geçmek: Aralarından su
sızmayan, iyi anlaşan iki kişinin
arasının bozulması. “Ne oldu? Aramızdan
kara kedi mi geçti.”
Aralarından su sızmamak: Çok samimi,
dost, arkadaş olma, bir birinin sırrını
saklama. “Şu ikisinin arasından su
sızmıyor.”
Arap saçına dönmek: İşlerin içinden
çıkılmaz bir hal alması, karışması.
“Vallahi bizim iş Arap saçına döndü.”
Araya girmek: Anlaşmazlık halinde
bulunan iki kişiyi barıştırmaya,
anlaştırmaya çalışmak. “Kaymakam araya
girdi.”
Araya adam koymak: Devreye sözü geçen
birsinin girmesi. “Bizim oğlanın işi
için araya adam koyduk.”
Arayı yapmak: Erkekle kızın arasını
bularak bir birine sevdalanmasını ya da
anlaşmazlık halindeki iki kişiyi
anlaştırmak. “Bizim oğlanla kızın
arasını yapmışlar.”
Ara damarı çatlamak: Ayıplardan utanmaz
durumda olan, sıkılmayan, alenen yapan.
“Kadına bak, ar damarı çatlamış.”
Arıkovanı gibi işlemek: Bir yere çok
kişinin gelip gitmesi, müşterinin bol
olması. “Lokanta arı kovanı gibi
iliyor.”
Arif olan anlar: Gizli kapaklı söylenen
bir sözü anlayışlı olanların anlaması.
“Ben söyledim söyleyeceğimi, arif olan
anlar.”
Arka çıkmak: Kavga anında birine destek
verme. “Bütün herkes bana arka çıktı.”
Arkadan söylemek: Yüzüne söylememek,
arksından konuşmak ve aleyhine söz
söylemek. “Arkadan âmâda söyledi.”
Arkadan hançerlemek: Beklenmeyen bir
şekilde bir dosttan zarar görmek. “Beni
yıkan arkadan hançerlemesi oldu.”
Arkasına düşmek: Biri kişinin peşine
düşerek ona uyma."Arkasına düştü, sonu
iyi olmadı.”
Arkasını sıvazlamak: Yapılan bir
başarıdan veya işten dolayı tebrik edip,
hürmet etme, saygı. “Adam onun arkasını
sıvazladı.”
Arkası pek: Sırtı pek, arkası sağlam,
desteği olan. “ Adamın sırtı pek, işleri
mutlaka olur.”
Arkası yere gelmek: Ayakta duramama,
zorlukla karşılaşma. “Çocukları yüzünden
arkası yere geldi.”
Arkası(sırtı) yere gelmemek: Güçlü
kuvvetli ve destekli ola, zorluklar
karşısında ayakta durabilme. “Oğulları
sayesinde sırtı yere gelmedi.”
Armudun sapı, üzümün çöpü: Her şeye
olumsuzca bir bahane uyduran. “Armudun
sapı, üzümün çöpü diye diye kız evde
kaldı.”
Armut piş ağzıma düş: Her şeyi hazır ve
emeksizce bekleyen. “Sen armut piş
ağzıma düş
diye diye daha çok beklersin.”
Arpa boyu kadar yol almak: İşin sonucunu
çabalara rağmen alamamak, ilerleyememek.
“Arkaya baktım arpa boyu kadar yol
gitmişim.”
Arpacı kumrusu gibi düşünmek: Derin
düşünce içinde olma, umutsuzluk. “Arpacı
kumrusu gibi ne düşünüp dururusun?”
Arpalığa çevirmek: Çalıştığı işi veya
kurumu kendi çıkarı doğrultusunda
kullanmak. “Tapu dairesini arpalığa
çevirdi.”
Asıp kesmek: Bol keseden tehditli bir
şekilde bağırıp, çağırma. “Adam durmadan
asıp kesiyor.”
Askıya almak: İşin yapılmasını
geciktirmek, oyalamak, sonuçsuz
bırakmak. “Adam işi askıya almış da
haberimiz yokmuş.”
Aslı-astarı olmamak: Gerçek olmayan bir
olayın dedikodu şeklinde yayılması,
söylenti. “O olayı aslı astarı yokmuş.”
Astarı yüzünden pahalıya gelmek: Bir
işin yapılması sırasında işin umulandan
daha fazla para harcayarak yapılması.
“Evi onarttım amma, astarı yüzünden
pahalıya geldi.”
Astığı astık, kestiği kestik: Her işi
serbestçe yapıp, hesap vermeyen, sert
şekilde muamele eden. “ Böyle adam mı
olur? Astığı astık, kestiği kestik.”
Aşağıdan almak: Olayı yatıştırmak için
suyuna göre davranma, yumuşak söz
söyleme. “Adam çok tersti ama aşağıdan
almasını bildim.”
Aşağı kurtarmaz: Pazarda fiyatların
belirli bir seviyeden aşağıya
sayılamayacağını belirtir. “Abla o sebze
aşağıya kurtarmaz.”
Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen
bıyık: İşlerin içinden çıkılamaz duruma
gelmesi, çözümsüzlük. “İkisine de bir
şey diyemedim. Bir kız, bir gelin. Aşağı
tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık.”
Aşık atmak: Birisine karşı kendisinin
daha iyi durumda olduğunu söyleme.
“Benimle sen araba sürmede aşık
atamazsın.
Ateş almak: Çok acele davranma, olduğu
yerden uzaklaşma. “Sanki ateş almaya
gelmiş.”
Ateş bacayı sarmış: Bir kızın veya
erkeğin âşık olması, açıkça bunu belli
etmesi. “Kıza bak hele. Ateş bacayı
sarmış da yerinde duramıyor.”
Ateş basmak: Herhangi bir durum
karşısında yüzün kızarması, sıkıntılı
durum. “Arkadaşı ateş bastı.”
Ateşe atmak: Başkasını kendi yerine
tehlikeli bir işin ortasına atmak. “Bile
bile kendisini ateşe attı.
Ateşine yanmak: Bir başkası yüzünden
zarara uğrama, zarar görme. “Onun
ateşine yandı.”
Ateşle oynamak: Bile bile zarar göreceği
bir işe kalkışmak. “Arkadaş bak! Ateşle
oynuyorsun.”
Ateş pahası: Bir eşyanın, malın, aracın
çok pahalı olması hali. “Koltukları ateş
pahasına almışlar.”
Ateş püskürmek: Çok öfkelenme, ağır
laflar söyleme. “Müdür ateş
püskürüyordu.”
Ateşten gömlek: Sıkıntılı bir durumu
anlatmak için söylenir. “Ateşten gömlek
giydim.”
Atı alan Üsküdar’ı geçti: Elde bulunan
fırsatın kaçırılması. “Sen hala oyalan,
atı alan Üsküdar’ı geçti.”
Atıp tutmak: Bir kişinin yapamayacağı
işleri yapacakmış gibi söylemesi.
Birisinin arkasından aleyhine laf
söylemek. “O kadar da atıp tuttu ki.”
Atsan atılmaz, satsan satılmaz: İçinden
çıkılmaz duruma düşmek, çaresizlik. Her
şeye rağmen mevcut duruma razı olmak.
“Evlat işte! Atsan atılmaz, satsan
satılmaz.”
Attan inip eşeğe binmek: Bulunduğu makam
mevki veya ekonomik durumdan daha alt
bir dereceye inmek. “Bizimkine attan
inip eşeğe binmek denir.”
Avaz avaz bağırmak: Sesinin çıktığı
kadar bağırma, çağırma. “Babam avazı
çıktığı kadar bağırdı.”
Avucunun içine almak: Herhangi bir
kişiyi kontrol etmek, her dediğini
yaptırmak.“Baksana başkanı tam avucunun
içine almış.”
Avucunu yalamak: Yapacağı, umut ettiği
bir işin sonucuna ulaşamamak. “Sonunda
ben avucumu yaladım.”
Avuç açmak: Yardım isteme, dilenme, para
istemek ya da ister duruma
düşme."Başkasına avuç açmamak için
bugünden çalışan iyi olur."
Ayağa düşmek: Değerli olan bir şeyin
değersiz hale gelmesi. “Baksana bunlarda
iyice ayağa düştüler.”
Ayağa kalkmak: Telaş, heyecan, hastanın
iyi olması: “Baktım herkes ayağa
kalkmış.”
Ayağı(ayakları) birbirine dolaşmak:
Heyecandan veya dengesizlikten yürürken
ayakların birbirine takılması. “Sarhoşa
bak, ayakları bir birine takılıyor.”
Ayağı ile gelmek: Kendiliğinden, emek
harcanmadan gelen. “Nasibim ayağı ile
gelir.”
Ayağına (ayak bağı olmak) bağ olmak: İşi
yaparken yanında bulunan veya bir diğer
kişinin işin engellenmesine etki etmesi.
“Hizmetli ayağıma bağ oldu.”
Ayağına dolanmak: İşe engel olan bir
diğer kişinin bulunması. “Çocuk benimle
gelirse ayağıma dolanır.”
Ayağına gitmek: Alçakgönüllülükle
başkasının ayağına gitmek, yanına
varmak. “Büyüklük bende kalsın. Ayağına
giderim.”
Ayağına kapanmak: Yalvarıp yakararak,
bir işin olması için çalışmak. “İşe
alması için nerdeyse ayağına kapandı.”
Ayağına kara su inmek: Uzun süreli
bekleme sonucunda çok yorulmak. “Bankada
sıra beklerken ayağıma kara sı indi.”
Ayağını denk almak: Kendine
yapılabilecek kötülüklere karşı önceden
tedbirini geliştirmek. “Adam ayağını
şimdiden denk almış.”
Ayağını kaydırmak: Birisini bulunduğu
makam veya işten attırmak, hapishaneye
düşürmek. “Adama öyle bir numara
çektiler ki ayağı kaydı.”
Ayağını kesmek: Önceden sıkça uğranan
bir yere uğramaz olmak. “Bakıyorum da
ayağını bizim evden kestin.”
Ayağının altına almak: Birisini hiç
acımadan dövme, ayakları ile çiğneme.
“Ayağının altına aldığı adamı bağırtarak
dövüyordu.”
Ayağının tozuyla: Yoldan hemen gelen,
gelir gelmez, yorgunluğunu çıkarmadan.
“Ayağının tozu ile temizliğe girişti.”
Ayağını sürmek: Ölüme karşı son nefeste
direnme, işi isteksizce ağırdan yapma.
“Baktım ki ayağını sürüyor, bırak kalsın
dedim.”
Ayağını yorganına göre uzatmak:
Hesapsızlıktan kaçınmak, gelir ve
giderini dengede tutmak. “Ayağını
yorganına göre uzatsaydı evine icra
gelmezdi.”
Ayağı suya değmek: Neden sonra aklının
çalışmaya başlaması, asılını kavarama.
“Neden sonra ayağı suya erdi, ama iş
işten geçti.”
Ayak diremek: Kendi kararından başka bir
kararı kabul etmemek. “Ayak diremeyle
sonuca ulaştı.”
Ayaklar altına almak: Hiçbir şeye değer
vermemek, kuralsızlık. “Babasını ayaklar
altına aldı.”
Ayakları geri geri gitmek: Gönülsüzce
davranmak, gidilecek yere gitmek
istememe. “Vallahi ayaklarım geri geri
gitti.”
Ayaklı kütüphane: Çok şey bilen, her
soruyu cevaplandırabilen. “Adam sanki
ayaklı kütüphane.”
Ayak takımı: Sıradan, işe yaramaz, sokak
serserisi. “Ona hiç bulaşma. O yak
takımındandır.”
Ayak uydurmak: Yürüyüşte aynı kol üzere
yürümek. Başkasının davranışlarına
uymak. “Avrupa’ya ayak uydurmak bize mi
kalmış?”
Ayak üstü: Oturmadan kısa süreli bir
görüşme yapma. “Milli Eğitim Müdürü ile
ayaküstü bir görüşme yaptım.”
Ayıkla pirincin taşını: Bir işin içinden
çıkılmaz hale gelmesi, işin güç olması
hali. “Ayıkla bakalım pirincin taşını.”
Ayılıp bayılmak: Kendinden geçme, sinir
kırızi. “Çocuğunun yaralı olduğunu
görünce ayılıp, bayıldı.”
Ayran delisi: Her gördüğüne gönül veren,
anlamsız hayranlık besleyen. “Ayran
delisi olmamak lazım.”
Ayranı kabarmak: Boş yer kızma bağırma.
“Benimde o an için ayranım kabarmış.”
Ayyuka çıkmak: Duymayanın kalmamış
olması, Herkesin duyması. “Yaptıkları
artık ayyuka çıktı.”
Aza çoğa bakmamak: Mevcutla idare etme,
az veya çok olmasına bakmamak. “Artık
aza çoğa bakmazsınız.”
(*) Diğer harflerde yer alan
deyimlerimiz hazırlanmaktadır.
|