EFSANE-MASAL-ATASÖZLERİ-
DEYİMLER-MANİLER
YUSUFÇUK KUŞU
EFSANELERİ
Efsaneler halk kültürü arasında belirli
bir yerde geçmeleri, belirli bir kişiye
ait olmaları, bölge insanları arasında
olaya gerçekmiş gibi inanılıyor olması
gibi özellikleri yüzünden çok önemli bir
yer tutar.
Efsaneler kelimesi dilimize Farsçadan
geçmiştir. Efsaneler kısa ve inandırıcı
anlatımlar taşırlar.
Efsanelerin genelde dini yönle ilişki
kurulmuş olanları da vardır. Bunlara
menkıbe denir. Yer adlarına açıklama
getirip, canlı ve cansız tabiattaki
varlıkların meydana gelişlerini izah
eden kuş ve taş kesilmeleri anlatan
Taşeli yöresinde de bir çok efsane
vardır.
Yusufçuk Kuşu efsaneleri Tüm Taşeli
Platosunda anlatılan bir efsane türüdür.
Bütün bölgede yaşayan
Türkmenler-Yörükler bu efsaneyi kendi
bölgesine ve olaylara adapte ederek
kendilerine mal etmektedirler.
Bunlardan biri Ocak 1989’de İçel Kültürü
Dergisinin 7. sayısında emekli sağlık
memuru Doğan ATLAY ’ca yazılan ve
yayımlanan “Yusufçuk Kuşu” efsanesidir.
Bunlardan bir diğeri Temmuz 1989’de İçel
Kültürü Dergisinin 8. sayısında Esma
ŞİMŞEK tarafından derlenip, yazılan ve
yayımlanan “Yusufçuk Kuşu” efsanesidir.
Yusufçuk Kuşu Efsanesi benzeri bir diğer
derleme de tarafımdan derlenerek, Mart
1995’te Güzellikler Diyarı Anamur
Dergisinin 1. sayısında yayımlanan
“Adamdaş” efsanesidir.
Doğan ATLAY efsanenin derlemesini kimden
yaptığını belirtmemekle birlikte, hem
Esma ŞİMŞEK’in derlemesi, hem de benim
derlememde efsaneleri anlatan kişilerin
okuma-yazma bilmediklerini kaydetmişiz.
Doğan ATLAY’ın Yusufçuk Kuşu efsanesinin
motif sırası şu şekildedir.
1-İki çocuk ve bu çocukları istemeyen
bir üvey anne.
2-Çocukların koyun gütmek için dağa
gitmeleri.
3-Oyuna dalan çocukların koyunları
kaybetmeleri.
4-Üvey anneden korkan çocuklardan
Yusuf’un taşa ablanın ise kuşa
dönüşmesi.
Esma ŞİMŞEK’in Yusufçuk Kuşu efsanesinin
motif sırası ise kendi yazısında şöyle
veriliyor.
“1-Anne, üvey çocuklarını istemez.
2-Baba, murt çırpmak bahanesiyle,
çocukları dağa götürür.
3-Çocuklar, oyuna dalarak, getirdikleri
çulu kaybederler.
4-Üvey anneden korkan iki kardeş çulu
bulamayınca, duâ ederek birer kuş
olurlar.”
Tarafımdan derlenen Adamdaş efsanesinde
ise motif sırası şöyledir:
1-Bir grup talebe Anamur’a gitmek için
dağdan yola çıkarlar.
2-Havanın yağışı mollaları korkutur ve
birbirini kaybetme ve ölüm korkusu içine
düşerler.
3-Havanın şiddetinden yönlerini kaybeden
mollaların el ele tutuşması ve dua
etmeleri.
4-Bu yağıştan kurtulamayacağını anlayan
mollaların bir kısmının taş, bir
kısmının kuş olması.
Anlatılan efsanelerde temel ortak yanlar
ise şunlardır:
1-Bir insan grubu.
2-Korku.
3-Dağa çıkma.
4-Dağda bir şeyi kaybetme.
5-Korku neticesinde insanların dua
etmesi.
6-Bu duanın sonunda bir kısmının taşa,
bir kısmının kuşa dönüşmesi.
En belirgin ve ortak özellik ise
sonundaki kuş ve taşa dönüşme bölümüdür.
Gerek Yusufçuk Kuşu, Gerekse Adamdaş
Efsanesi sonunda taşa ve kuşa dönüşme
ortak sonuç olmaktadır.
Anamur yöresinde ise; Halk arasında
kumru kuşlarına özel bir önem
verilmektedir. Bu kuş vurulmaz. Masum
kuş sayılır. Onların ötüşlerinde şeyle
dediği söylenir:
“Guguuk..guguuk,” yani “Yusuufçuk..Yusuufçuk..El
göçtü, biz kaldık.” Bu ötüşün ise
yaylaya göç zamanın geldiğini anlatan
bir ötüşme olduğu, bölgede, yaygın bir
kanaattir. Şimdi bu üç efsaneyi
ilerleyen sayfalarımızda birlikte
okuyacağız.
EFSANE-1
YUSUFÇUK
KUŞU
Yusufçuk veYusufçuk Kuşu üzerine değişik
yazarlarca hikayeler derlenmiş ve
yazılmıştır. Bunlardan biri Ocak 1989’da
İçel Kültürü Dergisinin 7. sayısında
emekli sağlık memuru Doğan ATLAY’ca
yazılan ve yayımlanan “Yusufçuk Kuşu”
efsanesidir.(1)
Doğan ATLAY bu anlatımında; “İlkbahar ve
yaz günlerinin bazı gecelerinde
dağlarımızda bir ses duyulur,” Hu! Lu lu
lu lu! Gibi bir şey. Biraz garip, biraz
hüzünlü, biraz korkulu...İşte o ses
yusufçuk kuşunun sesi imiş. Öttüğü zaman
ağladığı rivayet edilir.
Ben yusufçuk kuşunu görmedim,zaten
herkes göremez,o geceleri gezintiye
çıkıp geceleri öten bir kuş. Görenler
bıldırcın büyüklüğünde, kurşuni renkli,
ensesinde başından omuzlarına doğru bir
tutum kumral saçı olduğunu cepheden
görüldüğünde güzel bir genç kıza
benzediğini söylediler.
Çok, çok eski zamanın birinde üvey ana
elinde iki çocuk varmış.Yusuf’la ablası,
Barcın yaylasında yaşarlarmış. Her gün
koyunlarını otlatarak günlerini
geçirirlermiş. Günlerden bir gün oyuna
dalmışlar, vaktin nasıl geçtiğini
bilmeden akşam oluvermiş. Koyunlar da
varıp gitmişler bilinmeyene.Üvey
analarından çok korkan çocuklar
koyunları bulmadan eve dönememişler,
başlamışlar gece karanlığında koyunları
aramaya..Bu arada birbirlerini de
yitirmişler. Hem koyunları hem Yusuf’u
arayan ablacık durup dinlenmeden dere
tepe koşmuş, her yere çıkışında
ünlermiş: “Yusuf! Koyunları buldun mu?”
Dağdan taştan ses gelir. Yusufçuktan
gelmezmiş. Yusuf’tan bir ses koyunlardan
bir iz bulmayan ablacık sabah olana
kadar hem koşturmuş hem ünlemiş: “Yusuf
koyunları buldun mu?”
Sabahleyin yaylanın bir semtinde,çayırlı
bir düzlükte Yusuf’u ve koyunları bir
arada bulmuş, bulmuş; ama hepsi de
sessiz soğuk, katı birer taş olmuşlar.
Zavallı abla da kederinden kuş
oluvermiş. Kuş olmuş; ama Yusuf’u ve
koyunları unutamamış, ünlemesi dinmemiş.
O zamandan bu yana hem arar hem ünler:
“Yusuf! Koyunları buldun mu?”
EFSANE-2
YUSUFÇUK
KUŞU
Yusufçuk,Yusufçuk Kuşu üzerine çeşitli
yazarlarca çeşitli hikayeler derlenmiş
ve yazılmıştır. Bunlardan biri Temmuz
1989’da İçel Kültürü Dergisinin 8.
sayısında Esma ŞİMŞEK tarafından
derlenip, yazılan ve yayımlanan
“Yusufçuk Kuşu” efsanesidir. (1)
“Öksüz olarak büyüyen Yusuf ile
kardeşinin babası bir süre sonra, tekrar
evlenir. Bu çocukları istemeyen üvey
anne sürekli olarak kocasını sıkıştırır.
“Kızın ile oğlanı bir yerlere
gönderirsen gönderirsin. Yoksa, ben de
sana hanımlık yapmam.” der.
Kocası:
“Ama hanım, Allah’tan kork, niçin böyle
diyorsun? Ben koskocaman olmuş, kız ile
oğlanı nereye götüreyim?”
Hanım:
“Vallahi, orasını sen bilirsin. Bunları
yok etmezsen ben evden gideceğim.”
Ne yapacağını bilmeyen,çaresiz baba,
çocuklarını alıp murt çırpmaya götürür.
Orada ne kadar murt varsa, hepsinin
dallarını keserek çocukların önüne yığar
ve:
“Siz bunları çırpın, ben biraz sonra
geleceğim.” diyerek ayrılır.
Adam ayrıldıktan sonra, çocuklar oyuna
dalarlar ve oynaya oynaya murt
çırptıkları yerden epeyce uzaklaşırlar.
Akşam olunca, nerede olduklarını
anlayamazlar ve murt çırptıkları çulu
aramaya başlarlar. Fakat ne kadar
aradılarsa da, çulu bir türlü
bulamazlar, eli boş eve gelirler.
Bunların, çulu getirmediğini gören üvey
anne:
“Ne yaparsanız yapın çulu bulup, bana
getirin, yoksa siz de gelmeyin.” diye
evden kovar.
Çocuklar, tekrar dağa çıkarlar, o yana
giderler, bu yana giderler, bir türlü
çulu bulamazlar. Sonunda Allah’a
yalvarırlar:
“Allah’ım, elimiz boş eve gidersek,
analığımız, bizi öldürür. Sen bizi, ya
taş et, ya da kuş.”derler.
Duânın neticesinde, her ikisi de birer
yeşil başlı kuş olup uçar giderler.
Günümüzde hâlâ yaşayan, bu yeşil ve
büyük başlı kuşlara “Yusufçuk” adı
verilmiş olup, birbirleri ile
karşılaştıkları zaman:
“Yuuusuuf....”
“Guuuuuk....”
“Çulu, çulu, çulu buldun mu?”
“Yoook,yook,yook.”
Diye hâla o kaybettikleri çulu
sorarlar.”
Bu Yusufçuk Kuşu Efsanesini aynı yazıda
Esma ŞİMŞEK, 85 yaşında olan Hüsne
Taşkaya’nın anlattığını,
okuma-yazmasının olmadığı ve bu kadının
Âşık Feymani’nin annesi olduğunu
belirtmiştir.
EFSANE-3
ADAMDAŞ
Anamur’da bahar mevsiminde Yörüklerin
göçtüğü irili ufaklı bir çok yayla
vardır. Çarıklar beldesi halkının
göçtüğü, Halkalı yaylasını geçince
geniş, bir alana, düzlüğe çıkılır.
Buraya Kervan Alanı denmektedir. Akpınar
yaylası ile Halkalı yaylasının orta
kısımlarına düşer bu yer. Kervan
alanının orta yerinden batıya doğru bir
yol uzanır Bu yol sizi Türke ve Adamdaş
yaylasına ulaştırır.
Adamdaş yaylası Malaklar, Evciler ve
Sarıağaç köylülerinden bir kısmının
yazın göç ettikleri yayladır. Nüfus pek
fazla kalabalık değildir. Üç beş Yörük
ailesi buraya geçici olarak konaklar,
temmuz ayında buradan başka yaylalara
geçerler.
Adamdaş’ın bu adı almasının hikayesini
Adamdaş Yaylası Yörükleri’nden Durmuşali
Yapılı(¨) bize şöyle anlattı: “Osmanlı
Devletinin son zamanlarında Karaman ve
Konya’da açılmış olan medreselerin bir
kısmında okuyan Molla denilen
talebeler(öğrenciler) bir kış gününde
Anamur’a ulaşmak üzere yola
koyulmuşlardır. Bu mollalar dini ve
milli eğitim alan kişilerdir. Onların
yola çıkmalarından sonra ince ince bir
kar yağmaya başlar. Bu kar yağışı onlar
ilerledikçe şiddetini artırarak devam
eder.Adamdaş’a geldikleri zaman kar
şiddetini iyice artırır ve borana
çevirmeye başlar. Göz gözü görmez olur.
Mollalar birbirlerini kaybetmemek için
el ele tutuşurlar. Gidecek bir yön
bulamazlar ve çaresizlik içinde alanın
ortasında beklerler. Başlarında bulunan
ve hocam diye hitap ettikleri kişiden
imdat umarlar. Artık ölümle yüz yüze
gelmişlerdir. Bir kurtuluş, bir çözüm
yoktur ortada. Hocam dedikleri kişi
ellerini açar dûa etmeye başlar.
Talebelerine nasıl dua ettiğini açıklar:
“Ya bizi daş(taş) et, ya bizi guş(kuş)
et.” diye Allah’a dûa ettiğini söyler.
Bunun üzerine mollalar da ellerine
açarak dûaya başlarlar. Mollaların bir
kısmı: “Bizi guş(kuş) et.” bir kısmı da
“Bizi daş(taş) et.” diye dûa ederler. O
anda olan olur. “Daş et.” diyenler
taşlaşır. “Kuş et.” diyenler kuşlaşır.
Şimdi Adamdaş’ın kayalığının güney
tarafında düz bir alan üzerinde baş
kısmı yuvarlak, başta fesi andıran, alt
kısmı ise düz, insan vücudunu andıran
yüze yakın taş bulunmaktadır. Bunların
orada taşlaşan mollalara ait olduğu
söylenmektedir. Yörenin Yörükleri böyle
inanmaktadırlar. Yine aynı yaylada
Çobanaldatan kuşu olarak bilinen “Hüüd..Hüüd.”
diye öten kanatlarının altı beyaz, kuşun
da o zaman kuşlaşan mollalardan ve onun
yavrularından türeyen kuşlar olduğuna
inanılmaktadır. Bu kuşların avlanmasını
da uygun bulmamaktadırlar. İşte bu
olaydan sonra Yörüklerin yaylasına,
Adamdaş ismi verilmiştir.”
|