OĞUZHAN
MÜFTÜOĞLU
1944
Anamur doğumludur. 12 Mart ve 1972
muhtırası öncesi Dev-Genç merkez yürütme
kurulunda yer almıştır. 12 Mart
döneminde THKP-C ve Dev-Genç
davalarından yargılanmıştır.
Türkiyenin buhranlı, çalkantılı ve
toplumun sağ-sol diye ikiye bölündüğü
70'li yıllarda devrimci gençlik ve
devrimci yol dergilerinin yazı kurulunda
yer almıştır.
12 Eylül 1980 Askeri darbesi sonrası
açılan devrimci yol davasının bir
numaralı sanığı olarak yargılanmış ve 11
yıl hapiste yatmıştır. Hapishane sonrası
devrimci yol çevrelerinin tartışma
sürecinin başlamasında önemli bir etkisi
olmuştur. Bu tartışma sürecinin sonunda,
devrimci yol çevrelerinin büyük bir
kısmı yasal bir devrimci kitle partisi
kurulması fikrinde birleşmiş ve diğer
sol grupların da katılımıyla Ufuk URAS
başkanlığında ÖDP kurulmuştur.
Müftüoğlu halen Birgün gazetesinde
yazılarını yayımlamaktadır.
Ağır eleştirilere maruz kalması rağmen,
yazılarındaki yenilikçi ve tutarlı tarzı
ile halen devrimci gençlerin büyük
bölümünün kendilerini yakın
hissettikleri devrimci şahsiyetlerden
biridir. Şu anda Urla'da yaşamaktadır.
Yayınlanmış Kitapları
12 Eylül ve Türkiye Gerçeği
Geçmişi Aşabilmek
Biz Ona Devrim
Diyorduk
Yazarımızın Bir Yazısı
BASRA HARAP OLDUKTAN SONRA
"Bütünlük ve tutarlı duruş ilkelerinin
yerini hiçbir ilke ve etik tanımayan
günübirlik yarar hesaplarına dayanan
duruşlara bıraktığı bir postmodern
dünyadır yaşadığımız" diyerek "yeniden
görüşmek üzere" aldığım moladan bu yana
epeyce zaman geçti.
Rüzgârın tersten estiği böyle zamanlarda
sadece yazmak değil, siyaset yapmak da,
rüzgâra kapılmadan, inançlarını
koruyarak yürüyebilmek de gerçekten zor
iştir. Öyle bir dönem ki bu, neyin doğru
neyin yanlış, kimin haklı kimin haksız
olduğunu anlaşılamaz hale getiren bir
toz bulutunun içinde, eğreti duran ne
varsa rüzgârda savrulup gider...
Yetmişlerin ortasındaydı. Böyle bir
inanç parçalanması yaşadığımız bir
zamanda, bir anlaşmazlığa düştüğü
arkadaşlarına karşı İlhami"nin ağzından
belki gayri ihtiyari olarak "şimdi biz
birbirimizi mi döveceğiz?" sözcükleri
dökülüvermişti. Biraz ayıplar gibi
olduğumuzda "onu demek istemedim"
demişti ama belki hakikaten farkında
olmadan onun ağzından dökülen şey
aslında Türkiye solunun trajedisinden
başka bir şey değildi. (Zaten sonradan o
büyük direniş günlerinin orta yerinde
gerçekten öyle şeyler de olmuştu,
fazlasıyla.)
Daha sonra, bir garip günde, 12 Eylül"ün
emniyetteki işkence koridorlarında
karşılaştığım Kaçaroğlu bana, kendisi
yakalanmadan önce dışarıda
arkadaşlarıyla bundan sonra bizimle
"birlikte olmaya" karar verdiklerini
anlatıyordu!
Sonra hakikaten Mamak cezaevinde epey
uzunca bir süre birlikte kaldığımız
Kaçaroğlu, o işkence koridorunda,
yanındaki gardiyan polisle birlikte,
yediği dayaklardan iki büklüm halde bana
bunları anlatırken, ben de hücremin bir
karıştık deliğinden onu şaşkın gözlerle
izlerken, sanki uzun devrimci
hayatlarımıza dair bir kara mizah
sahnesini birlikte canlandırıyor
gibiydik. Aslında hiç kimse istemez
ayrılıkları. Buna rağmen Türkiye solunun
tarihi bir bakıma ayrılıklar tarihi
gibidir. Bu yüzden, "birlik" solun hiç
ulaşılamayan en büyük davası olmuştur.
Ayrışmalar bazen kaçınılmazdır. Ama,
ülkede/dünyada gelişen mücadele
karşısında birlikte yürümeye engel olan
ciddi (ideolojik-politik) farklılıklara
dayalı olanların yanı sıra tümüyle
kişisel nedenlere dayalı anlamsız
ayrılıklar da yaşanmıştır. Kimin
çıkardığı, hangi sebepten çıktığı
zamanla unutulup giden, sonradan
herkesin kendi (ayrılık) tarihini
yazdığı ve sonunda kimsenin kimseyi
dinlemez/anlamaz hale geldiği
ayrılıklar.
Bu gibi durumlarda öznel sebepler ne
olursa olsun, ana sebep, farklılıkları
kendi içinde çözebilecek bir hukuk ve
gelenekten yoksunluğumuzdur. Bu yüzden
"hukuk" denilince burun kıvırıp
geçilmesini anlamak gerçekten zordur.
12 Eylül denip geçilir çok zaman ama
ülke için olduğu kadar birçok bakımdan
sol açısından da bir dönüm noktası
olmuştur. 12 Eylül"ü, ülkemiz solunun o
günkü örgütsel yapılarıyla
yapılabileceklerin sınırlarının da
çizildiği bir tarih olarak okumak
mümkündür. Dönemin en güçlü ve kitlesel
hareketi olarak ortaya çıkan Devrimci
Yol hareketi, o dönemdeki mevcut grup
yapıları çerçevesinde ulaşılabilecek en
yüksek başarı çizgisini yakalayabilmiş
olmasına karşın 12 Eylül darbesi
karşısında yenilgiye uğramaktan
kurtulamamıştı.
Sovyetler Birliği"nin çöküşüyle başlayan
dönemde dünya çapında sosyalizmin bir
tarihsel döneminin sona erdiği
tesbitiyle birlikte bu gerçek bizi çok
yönlü bir yenilenme ihtiyacıyla yüz yüze
getirdi. Daha fazlasını istiyorsanız
ideolojik, politik ve örgütsel
anlayışlar bakımından kendinizi
yenileyerek aşmak zorundaydınız. (Şu
"internet linççilerinin" görmezden
geldiği geçmişin basitçe bir tekrarına
özenen bir yolu seçmeyişimizin nedeni de
buydu.) Tartışma sürecimizden geçerek
ulaştığımız ÖDP bir yönüyle bu konuda
atılmış bir adım olacaktı... Olmadı.
Türkiye solunun eski hastalıklarından
dolayı bu olanak doğru
değerlendirilemedi.
Bunun, öznel ve nesnel pek çok nedeni
vardı kuşkusuz. Yeterli bir toplumsal
hareketliliğe dayalı bir pratiğin
dönemin özelliklerinden dolayı
geliştirilemeyişi en önemli neden olarak
sayılabilir. Ancak kuraldır, hiçbir
haklı gerekçe başarının yerini tutamaz,
tutamıyor. Şimdi gidenlerle ve daha
baştan hiç gelmeyenlerle birlikte herkes
ÖDP"deki yeni ayrışmaya bakıyormuş.
Bu ayrışmanın nereden çıktığı, kimin
çıkardığı, neden çıktığı konuları her
zaman olduğu gibi umurlarında değil. Kim
çıkarmışsa çıkarmış, neden çıkmışsa
çıkmış, herkes bir ucundan tutup
içselleştiriyor meseleyi. Daha sonra
başlatan kim olursa olsun, vazgeçmek
istese bile arkasına yığılanlardan
kurtulup dönmesi de mümkün olmuyor. Biri
çıkıyor, kimbilir hangi bastırılmış
duygularla "iyi yolculuklar" diye,
"timsah gözyaşları" dökerek el sallıyor
gideceğini umduklarının arkasından. Nice
bedeller ödenerek kazanılan bir
"zaferin" şerefine düzenlenmiş içki
sofralarında, "şeflerden şeftali
yapmaya" kadeh kaldırılıyor!
Pragmatizme ve faydacılığa dayalı,
kişiselliğin ön planda olduğu bir
süreçte yeni zamanlar solculuğunun
cinlikleriyle dolu sahneler yaşanıyor.
Solun gözleri üstümüzdeymiş. Yolun
yarısında bırakıp gidenler, hiç
gelmeyenler, hep birlikte bu ayrışmaya
bakıyormuş. Bu ayrışmadan hayırlı
sonuçlar da bekleniyormuş. Solda bir
yeniden yapılanmadan, solun birliğini
sağlamaktan, solu harmanlayıp
büyütmekten söz ediliyor yeniden.
Hiç kimse sormuyor, solu birleştirip
büyüteceksek ki, becerebilirsek yapalım
bunu, ama o zaman neden ayrılık
çıkarıyorsunuz durduk yerde. Toplumsal
dinamiklerin yetersizliği nedeniyle
geçmişi aşan pratiklerin yaşanamadığı
bir süreçte geçmişin gölgesinden
kurtulabilmek için karalama ve inkârdan
çare beklenebiliyor. Oysa siz ondan daha
ileri şeyleri başardıkça geçmiş bugün
yapılanların önünde bir engel değil tam
tersine ona tarihten gelen bir temel ve
güç katabilir.
Bir Makedon deyişinde "yeni bir kuyu
açarken eski kuyuya pislemeyin"
denirmiş. Liberalizm, devrimcilik,
sosyalizm vs, her şey bir yana, sakın
unutmayın, kendi köklerine
yabancılaşmış, kendi içinde hoyrat,
vefasız, adaletsiz ve sevgisiz bir sol,
kuş olup uçsa, bülbül kesilip ötse bile,
hiçbir zaman kitlelerin sevgi ve
güvenini kazanamayacaktır.
Kaynakça
Oğuzhan Müftüoğlu
oguzhanmuftuoglu@birgun.net
Birgün Gazetesi
29 Eylül 2007
|