Şükrü
ALNIAÇIK'tan
Analiz
Yazısı /www.anamurunsesi.com
yayımladı...
Arkadaşlar İthalattan ziyade ihracattırki memleketi zengin
yapacaktır...
Atatürk’ü
Satarak” Dış Borç Ödemenin Dayanılmaz
Hafifliği
Başrollerini
Antony Qouin ve İrene Papas’ın oynadığı,
1964 Amerikan-İngiliz-Yunan ortak yapımı
bir film, 1965’te 7 dalda Oscar’a aday
gösterilmiş ve 3 dalda ödül kazanmıştı.
Kuzey Atlantik seyircisini Akdeniz’le
buluşturan bu film, aslında Yunan
adalarını dünyaya tanıtan bir tür ulusal
reklam projesiydi. Berrak mavi koyları,
beyaz boyalı evleri ve film boyunca
eksilmeyen güneşiyle görücüye çıkan
Yunan adaları, soğuk kuzeyliler üzerinde
“kim bilir” nasıl bir etki bırakmıştı.
21.04.2011 tarihinde
www.anamurunsesi.com
yazdı...
Atatürk’ü
Satarak” Dış Borç Ödemenin
Dayanılmaz Hafifliği
Başrollerini Antony Qouin ve İrene
Papas’ın oynadığı, 1964
Amerikan-İngiliz-Yunan ortak yapımı bir
film, 1965’te 7 dalda Oscar’a aday
gösterilmiş ve 3 dalda ödül kazanmıştı.
Kuzey Atlantik seyircisini Akdeniz’le
buluşturan bu film, aslında Yunan
adalarını dünyaya tanıtan bir tür ulusal
reklam projesiydi. Berrak mavi koyları,
beyaz boyalı evleri ve film boyunca
eksilmeyen güneşiyle görücüye çıkan
Yunan adaları, soğuk kuzeyliler üzerinde
“kim bilir” nasıl bir etki bırakmıştı.
Yunan
Adlarının Markalaşması:
“Zorba”nın yorgun Atlantiklilerin yaralı
ruhunu sıcak Akdeniz’in mavi sularına
doğru sürükleyen fon müziği de ünlü
Yunanlı besteci Mikis Teodorakis
tarafından yapılmıştı.
Yunanlılar, Aristo, Eflatun gibi “düşük
maliyetli” tarihi markalardan sonra
Yunan adalarını ticari bir marka haline
getirmekle iyi mi yapmışlardı? Bu
şimdilik belli değildi; ancak 45 yıl
sonra Yunan ekonomisi batmaya
başlayınca, kuzeyli alacaklıların aklına
önce Yunan adalarının gelmesinde “Zorba”
filminin katkısı büyüktü.
İcra avukatının, önce beyaz eşyaya
saldırması gibi Yunan adalarının haraç
mezat satılması girişimi, bize de önce
bizim KİT’lerin AKP tarafından hızla
satışını, sonra yabancılara toprak
satışını ve bankaların hızla elden
çıkarılmasını hatırlattı. Adalar masaya
sürüldüğünde biz Yunan’a nasıl
acıdıysak, Harran parsellendiğinde
bazıları da bize de öyle acımış
olmalıydı.
Adaların Değeri:
Yunanistan’ın yaklaşık 6.000 adası var.
Bunların 227’si insan yerleşimine
elverişli… 5 Bin dönümlük yani 5
kilometrekarelik Nafsika adasının
fiyatı, 15 Milyon Euro. Km2’si 3 Milyon
Euro’ya geliyor. Dönümü 3.000 Euro yani
6.000 TL. Mantıklı bir rakam…
225 adanın toplam yüzölçümü, yaklaşık
25.000 Km2. Haydi Girit ve Rodos’u da
katalım: 35.000 Km2, Yani 700 Nafsika
adası büyüklüğünde. Toplamda bizim
Trakya kadar adası var adamların. Bu
durumda toptan pazarlığı, manzara
farkını, mesafeyi filan hesap ederek
kaba bir rakam çıkardığımızda Ege’de
medeniyet girmiş Yunan adalarının toplam
satış bedelinin Yaklaşık 105 Milyar
dolar olduğu anlaşılmaktadır.
Türkiye’deki Özelleştirmenin, Yunan
Adalarıyla Mali Mukayesesi:
Özelleştirme İdaresi Başkanlığının
rakamlarına göre Türkiye’de kamunun yani
halkın malı iken şu anda özel şahıslara
ait olan mali varlıkların toplam bedeli
42,5 Milyar Dolardır. Bu özelleştirmenin
7,5 Milyar Doları Özal dahil eski
hükümetler döneminde yapılmıştır.
Son 8 yılda sadece AKP Hükümetleri
döneminde yapılan özelleştirme toprak
satışları dahil 33,5 Milyar Dolar
olduğuna göre son 8 yılda “Yunan
adalarının Üçte Birine denk” gelecek bir
kamu varlığını elden çıkardığımız ve dış
borçları bu şekilde ödediğimiz
anlaşılmaktadır. Bu miktarın
“gayrimenkul” olarak karşılığı,
iyilerinden “75 Yunan adası”dır. (1)
Hükümetin, ÖSYM olayında olduğu gibi
sehven kopya verme, “Apo’yla Müzakere”
olayında olduğu gibi sehven siyasi
şerefsizlik yapabilme potansiyeli
dikkate alınırsa bu Milyar dolarların ne
kadarının dış borçlara, ne kadarının iç
ceplere gittiği de merakımızı tahrik
eden bir husus olabilmektedir. Dış
Borçların bu 8 yıllık dönemde iki katına
çıkması, bu şüpheyi tahrik eden bir
diğer faktördür.
Devletler ağır dış borç altına girip,
bir de iflas edince, global hırsızlar, o
devletin en kıymetli değerlerine
saldırıyor ve Petrol ve maden gibi,
yükte hafif pahada ağır ne varsa alıp
görüyorlar. Bu yüzden Yunanlıların
1960’larda mal beyanında bulunurken işe
adalardan başlamaları pek de hayırlı
olmamıştır.
Bizde ise en büyük markanın Atatürk
olduğunu fark edebilmemiz için
Devletçiliğin ne olduğunu anlamak ve
Milliyetçilikle Laikliğin istikrarında
Atatürkçü eğitim sisteminin rolünü iyi
öğrenmemiz gerekir. Atatürk ilkeleri,
sadece ekonomik açıdan değerlendirsek
bile:
1- Devletçilik, dış borç ödemek için
çalışıp kaynak yaratmak yerine Devletçi
Ekonominin hazır tesislerini ve kamu
arazilerini satmayı tercih eden AKP
hükümeti için büyük bir engeldir.
2- Milliyetçilik, Kuzey Irak’taki
ihaleleri kapmak için demokrasi adı
altında ilkesizlik yarışına girişen
TÜSİAD ile MÜSİAD için büyük bir
handikaptır.
3- Halkçılık, AB’nin, ABD’nin,
kapitalizmin ve Malthus-Karl Popper
ekolünden gelen acımasız banker Soros’on
sevmediği bir duygusallıktır.
4- Laiklik, Türk Milletinin akıl ve
bilim merkezli kartezyen, sorgulayıcı
insan yetiştirmesi nedeniyle hem
iktidarlar hem de global egemenler için
“istenmeyen ilke”dir.
5- Cumhuriyetçilik, Demokratların ve
Liberallerin yolunu tıkayarak,
sermayenin rahat dolaşmasına engel
olduğu için sevilmemektedir.
6- İnkılâpçılık, tüm bu ilkelerin zırhı
ve mahfazası olduğu için rahatsızlık
vermektedir.
Öyleyse birileri, Türkiye’ye şunları
demiş olmalıdır: “Bu kadar borcunuz
varken Atatürk ilkeleri ile yaşamak
sizin için lükstür, onları
satacaksınız.” Son sekiz yılda
yaşananlardan sonra bu ilginç yaklaşım
daha anlaşılır hale gelmiştir.
Türkiye’yi taşeronlar kullanarak Atatürk
ilkelerinden uzaklaştırmanın,
Yunanlılara ada sattırmaktan bir fakı
yoktur.
Önce
75 Yunan Adası Büyüklüğündeki
Devletçilik Satıldı:
Türkiye Cumhuriyeti, DPT’nin 24 Ocak
1980 kararlarıyla bir devlet politikası
olarak başlattığı özelleştirme
hamleleriyle Atatürk’ün Devletçilik
ilkeleri sayesinde birer kamu varlığı
haline gelmiş Kamu İktisadi
Teşekküllerinin özellikle zarar
edenlerinden başlayarak satılması
işlemini başlattı. Özal zamanında yastık
altı sermayesini de ekonomiye kazandıran
bir duyarlılıkla yürütülen özelleştirme,
genellikle Anonim Şirket hisse
senetlerinin halka arzı şeklinde
yürütülüyordu. Soğuk savaşı
kapitalistlerin kazanacağı öngörülmüş ve
tek kutuplu liberal dünyaya doğru yelken
açılmıştı. Sonra bu iş tamamen
kontrolden çıktı ve köşe dönücü
yandaşlar, kamu mallarını talan etmeye
başladılar. 1982 Anayasasında
Devletçiliğe özellikle yer verilmedi.
Böylece yetkililer, özelleştirmeden
dolayı Anayasa suçu işlemekten kurtulmuş
oldular.
Sıra 5
Yunanistan Büyüklüğündeki Milliyetçiliğe
Gelmişti:
Dünya Bankası ve IMF direktörlerinin
gözünde Atatürk İlkeleri, ülke
kaynaklarının yabancı sermayeye
açılmasını tam olarak engellemese bile
iş adamlarının ve borç tahsildarlarının
manevra alanını daraltıyordu. Mesela,
Bağdat’ta ihale var veya Kuzey Irak’ta
petrol var diye “aşiret reislerine”
yüksek devlet protokolü uygulanması,
Atatürkçü hariciyenin geleneklerine
aykırıydı. Ayrıca gelenek izin verse
Genelkurmay izin vermiyordu. Yanlış
yapanı Atatürkçü yüksek yargı, “Yüce
Divan olup” çiziyordu. Askerlerdeki
“paranoyalarla beslenen” Atatürkçü
muhafazakârlığın üstü çizilmeli, bu yarı
askeri duruma PENTAGON tarafından bir
çare bulunmalıydı. Amerikan
Büyükelçiliğinin bu konuda bazı
hainlerin desteğiyle uzun ve acil kodlu
raporlar hazırladığı Wikileaks’tan
anlaşılıyor.
Bir dizi provokatif cinayetten sonra
2008’de Milliyetçiliğe karşı savaş
başladı. Önce askerler tarafından siyasi
beyanat vermenin vatan hainliği,
Menderes cellâtlığı, halk düşmanlığı
olduğu kitleye pompalandı. Öyle ki 27
Mayıs’a “Ak Devrim” diyen sosyal
demokrat ağızlardan “Demirkırat”
belgeselleri, Menderes ağıtları tekrar
tekrar duyulmaya başladı.
CIA, 2002’den sonra Ortadoğu’da 1000
Kuzey Iraklı peşmergeyi Guam adasına
götürerek özel eğitime tabi tutmuş ve bu
evcilleştirilmiş hizmet kölelerini
tekrar bölgeye bırakmıştı. Türkiye’de
ise zaten 150 yıldır tüp bebek
yetiştiren Robert Kolej ve Boğaziçi
Üniversitesi gibi kurumlar vardı. Onları
taklide çalışan Bilgi Üniversitesi,
Sabancı Üniversitesi gibi liberal ekol
mensupları da hızla çoğalıyordu. Ancak
Türk halkı, ruhunu Sam Amca’ya teslim
etmiş bu “şampanyacılara” sandıkta şans
vermiyordu.
Sandıkta en fazla şansı olan Erbakan’ın
çırağı olan İslamcılardı. Üstelik Nur
Cemaatinin özellikle Fethullah Gülen
kolu, askeri bir disiplin içinde
çalışıyordu. Öyleyse bunlardan 1000 tane
alıp eğitmeye gerek yoktu. Sadece
liderleriyle anlaşıp kızağa çekmek
yeterliydi. Üstelik dünya çapında 1000
okul kuran bu “modern tarikatin”
varlığını koruması için Amerika’nın
onayına ihtiyacı vardı. Yapması gereken
tek şey, ılımlı İslam projesine destek
vermek, radikal ve milliyetçi
hareketlere karşı durmak ve elindeki
güce alacağı CIA desteğiyle Türkiye’deki
Atatürkçü çelik çekirdeği kırmaktı. NED
(2) fonları da bu işe tahsis
edilebilirdi.
Orduya nüfuz edemeyen cemaat, polis,
yargı, meclis, hükümet güçlerini
koordine ederek 2008’de haham bozuntusu
bir “gay”i piyasaya sürerek Ergenekon
operasyonunu başlattı. Sonra aynı
süreçte CHP liderliği yeniden tanzim
edildi. Atatürkçülerin sesi soluğu bir
süre sonra kesildi. Meydanda
Milliyetçilik adına sadece Genelkurmay
ve MHP kalmıştı. Genelkurmayın Kuleli
Harbiye ekolü, MHP’nin de Ülkücü damarı,
bu kurumların tepe noktalardaki
operasyonlarla manipüle edilmesini
engelliyordu. Yani evlat babasını
tanıyor, çakma liderlere itibar
etmiyordu.
Türkiye’nin Blok Satışını MHP Engeller:
Türkiye’yi Yunan adaları gibi alıp
satmak isteyen global bankerlerin
önündeki en büyük iki engelden biri olan
Türk Genelkurmayı, “darbecilik ve kendi
camiini bombalama” gibi ithamların
baskısı altında siyasi ağırlığını
kaybetmiştir.
Bu yüzden MHP’nin, Türkiye’nin
bütünlüğünü ve Türk Milletinin doğal
kaynaklarını koruma yönündeki
sorumluluğu bir kat daha artmıştır. Yani
subay hanımlarının dediği gibi vardiya
lojmanın dışına yabancı hanımefendilerde
değil, Türk Milletinin fedakar
seçmeninde ve Ülkücülerdedir. MHP, 12
Haziran’a kadar sadece siyasi
rakiplerinin ve yandaş kalemlerin
hücumlarını göğüslemekle kalmayacak,
Engin Alan örneğinde olduğu gibi TSK’nın
kahramanlarını da sırtında taşıyacaktır.
Düşmanı boş ver, kendi içindeki Tarih
bilinci gelişmemiş, Ülkücülükten
nasibini alamamış hizmet sektörü
meşrepli tabansız kasaba siyasetçileri
bile rahatsız olsa da…
Vardiya bizdedir…
Şükrü ALNIAÇIK
sukrualniacik@gmail.com
_________________________________________________________
(1):
Yunanistan’ın nasıl kurulduğunu ve
savaşta yenildiği halde nasıl toprak
kazanan tek ülke olduğunu bildiğim için
rahat konuşuyorum. Yoksa “vatan toprağı”
üzerinde bu kadar kolay hesap yapmak
kalem oynatmam mümkün değildir. Doğrusu
kolonici ve adem-i merkeziyetçi
Yunanlıların ruhunda hiçbir zaman bir
vatan sevgisi olmamıştır.
(2):
National Endowment for Democracy,
CIA’nın siyaseti tanzim kanadı. Ayrıntı
için: http://www.haberiniz.com/yazilar/koseyazisi28136-NED_Gorunumlu_CIA_SLX.html
Kaynak:http://www.haberiniz.com/yazilar/koseyazisi28962-Ataturku_Satarak_Dis_Borc_
Odemenin_Dayanilmaz_Hafifligi.html
______________________________________________
YORUM YAPMAK İÇİN TIKLAYINIZ...
"Anamur'un ve
Anamurluların Buluşma Adresi ve Gerçek
Sesi..."
ANAMUR'UN SESİ