www.anamurunsesi.com
yayımladı...
Kürt sorunu
çözülürse PKK biter! Sorun bu kadar
basit. Peki bu kadar basit bir sorun
niye çözülememektedir?..
Terörü
bitirmenin tek yolu; Ciddiyet
Kürt sorunu çözülürse PKK
biter! Sorun bu kadar basit. Peki bu
kadar basit bir sorun niye
çözülememektedir.
Hükümete bağlı aydınların
ilk günden beri PKK’nın Gaziantep
saldırısının sorumlusu olarak Suriye’yi
hedef göstermeye başlamaları dikkat
çekti. Örneğin AKP Genel Başkan
Yardımcısı ve milletvekili Ömer Çelik,
PKK’nın Gaziantep katliamının hemen
ardından saldırının “Esad'in
Sebbiha'sının Suriye'de yaptığını PKK
Antep'te yaptı” diye yorumladı. Yine
başka bir milletvekili gazeteci Şamil
Tayyar da saldırının başından beri
Suriye istihbaratının bir operasyonu
olarak gördüğünü pek çok basın organında
dile getirdi.
11.09.2012 tarihinde
www.anamurunsesi.com
yazdı...
Terörü
bitirmenin tek yolu;
Ciddiyet
Kürt sorunu çözülürse PKK
biter! Sorun bu kadar basit. Peki bu
kadar basit bir sorun niye
çözülememektedir.
Hükümete bağlı aydınların
ilk günden beri PKK’nın Gaziantep
saldırısının sorumlusu olarak Suriye’yi
hedef göstermeye başlamaları dikkat
çekti. Örneğin AKP Genel Başkan
Yardımcısı ve milletvekili Ömer Çelik,
PKK’nın Gaziantep katliamının hemen
ardından saldırının “Esad'in
Sebbiha'sının Suriye'de yaptığını PKK
Antep'te yaptı” diye yorumladı. Yine
başka bir milletvekili gazeteci Şamil
Tayyar da saldırının başından beri
Suriye istihbaratının bir operasyonu
olarak gördüğünü pek çok basın organında
dile getirdi.
Önceki terör eylemleri
gibi Gaziantep katliamının ardında da
Suriye’nin bulunduğunu propaganda ederek
toplumun öfkesinin Suriye’ye yönelmesini
sağlamaya çalışmanın iki anlamı vardır.
Birincisi PKK terörünü ciddiye almamak
ve ikincisi de kelimenin gerçek
anlamıyla milletle dalga geçmektir.
Yıllardır göz göre göre
ve hiçbir gizlemeye mahal bırakmayacak
kadar açık olan Barzani’nin PKK’yı
destekleyen ve kollayan siyasetine ses
çıkarmayan üstelik Barzani’yi
Davudoğlu’nun ifadesiyle “ihya eden”
AKP hükümeti, buna mukabil kendilerini
destekleyecek herhangi bir bilginin
olmamasına rağmen tahminlere dayalı
Suriye’yi suçlayan bir söylem kullanarak
Türk kamuoyunu Suriye’ye karşı
kışkırtmaya gayret etmesi acıların
politik istismarından başka bir anlam
taşımamaktadır. Devleti yönetenler,
birinci önceliklerinin, PKK’nın her gün
döktüğü kanlara rağmen terör değil
Suriye olduğunu ispatlamıştır. Bir yılda
yüzlerce askerimizin, polisimizin ve
yurttaşımızın şehit olması karşısında
sorumlulardan hesap soramayan ve terörü
bile dış politikalarının basit bir
destekleyici enstrümanı haline getiren
hükümetin terörün bitirilmesi önündeki
temel eksiği ciddiyettir. Aynı ciddiyet
eksikliği maalesef muhalefet
partilerinde de vardır. Fakat bu konuya
sonra tekrar dönmek üzere terörün niye
bitmediğinin başka bir sebebi üzerinde
duracağız.
CHP Genel Başkanı Kemal
Kılıçdaroğlu, PKK’nın Gaziantep
saldırısının ardından Kürt sorununun
çözümü için yeni öneriler
getireceklerini ve üzerinde
çalıştıklarını söyledi. Kılıçdaroğlu
bizim üzerinde duracağımız terör ve Kürt
sorunu arasındaki özdeşlik ilişkisini
zihniyet yapısının bir sonucu olarak
dile getiriyordu. Elbette bu özdeşlik
sorunu sadece Kılıçdaroğlu’nun değil
basın-yayındaki aydınların büyük
çoğunluğunun katıldığı bir sorun algısı
ve tespitiydi.
Her terör saldırısının
ardından hemen Kürt sorununu gündeme
getirilir ve bu sorunun nasıl çözüleceği
üzerinde günlerce açık oturumlar
düzenlenerek saatlerce Kürt sorunu
tartışılır. Dikkatlerden kaçmaması
gereken PKK terör örgütünün her kan
döktüğü saldırının sonunda Kürt
sorununun tartışılmasıdır! Yani PKK
eşittir Kürt sorunu. Kürt sorunu
çözülürse PKK biter! Sorun bu kadar
basit. Peki bu kadar basit bir sorun
niye çözülememektedir. Üstelik CHP de
AKP hükümetini bu konuda
desteklemektedir. Zor olan nedir?
Bu iki farklı olgu
arasındaki özdeşleşme durumu artık
yadsınmaz bir hale gelmiştir. Oysa bu
iki olguyu ısrarla özdeşleştirme
gayretinde olan Solcu, liberal, İslamcı
seçkinlerle iktidarın karar vericilerine
rağmen bu özdeşleşmeye karşı olanların
da ısrarla buna karşı durması ve bu
ayrıma sahip çıkmaları gerekir.
“Terör” kavramı
üzerinde bütün partiler ittifak
etmektedir. “Kavram” herkesin
içinden aynı anlamı algıladığı
kelimedir. Fakat terör ile içeriği veya
taşıdığı anlam üzerinde kimse
anlaşamamaktadır. Bir ülkenin siyasi
yöneticileri ve elitleri söz konusu
olduğunda bu durum normal değildir. PKK
terörünün bitmesi için terörün ne
olduğu, kaynağı, sorunun teşhisi,
sebepleri üzerinde somut olarak
mutabakata varılmalıdır. Zihinlerin net
olmadığı bir sorunda çözümler de
netleşmemiştir. Zihniyet yapıları bu
noktada önem taşımaktadır. Türkiye’de
terörün bitirilemeyişinde PKK’nın
algılanışındaki zihniyet farklılıkları
ve bu zihniyet farklılığının sebep
olduğu eylem ve davranış yapısı vardır.
Peki bu ikisi yani terör
ve Kürt sorunu arasındaki ilişki nedir?
Veya böyle bir bağlantı kurulabilir mi?
Bu ne anlama gelir?
Terör siyasi amaçlar
güden ve bu amaca ulaşmak için cinayet,
katliam, adam kaçırma, bombalama yani
her türlü şiddeti uygulayarak toplum
üzerinde korku salmayı hedefleyen
eylemleridir. Terörün bu amacı
gerçekleştirmek için herhangi kuralı ve
belirli yöntemi söz konusu değildir.
Terörün siyasi ve felsefi boyutu ise
terörizm olarak adlandırılır. Sivil
toplum örgütlerinden, basın yayına kadar
entelektüel etkinlik alanlarını
kapsadığı gibi siyasi alanı da kontrol
etmeye çalışır. Terörün amacı olan korku
yayarak siyasi hedeflerine ulaşmak için
kullandığı her yöntem ve araç meşrudur.
Terörün insani kuralları, öncelikleri,
ilkeleri yoktur. Kundaktaki bebeği de
öldürür hamile kadını da. Otobüsteki
çocuğu da yakar okulda eğitim alanı da.
Terör bütün bu eylemlerini
gerçekleştirdikten sonra eylemin
zamanını, mekanını ve amacını sorgular
mahiyette “PKK niye böyle bir yöntem
uyguladı?”, “Saldırının zamanı dikkat
çekici!”, “Niye çocukları/sivilleri
hedef aldı?”, “Tam çözüme yaklaşmışken
bu saldırı neden?” gibi sorular
terör söz konusu olduğunda anlamsızdır.
Bu sorular sorulduğunda soranın terörü
meşrulaştırıcı çizgide bir zihniyet
örüntüsüne sahip olduğuna
hükmedebiliriz.
Terör faaliyetlerinin
ardından bu şiddeti meşrulaştırmaya
çalışmak ve terörün siyasi amacını
propaganda ederek kitleselleştirmeye
çalışmak ise eli kalem tutan terörist
aydınların görevidir.
Kürt sorunu ise etnik bir
ayrımcılık problemine vurgu yapar.
Sosyolojik açıdan bir ülkede etnik
ayrımcıktan bahsedebilmek için belirli
etnik gruba mensup bireylerin bu
mensubiyetliklerinden dolayı siyasal,
ekonomik, akademik ve kültürel etkinlik
alanlarına katılamamaları veya
dezavantajlı bir konumda yer almaları
gerekir. Resmi alanda da azınlık kabul
edilerek bu etno-kültürel ve dini
farklılıklarının resmi düzeyde tanınmış
olması gerekir. Kürt sorununun öznesi
olarak Kürt kökenli yurttaşların sadece
Kürt oldukları için yukarıda
belirttiğimiz etkinlik/yaşama
alanlarından dışlanmış olması
gerekmektedir. Elbette bu yurttaşların
Kürtlüklerinin resmi bir kimlikle
belirlenmiş olmalı ki ayrımcılığın
uygulanabilmesi için gerekçe yaratılsın.
Terör örgütleri ve
terörizmle mücadele ile etnik
ayrımcılıkla mücadele asla ve kat’a aynı
anlam ve bağlam içerisinde
değerlendirilemez. İkisi farklı
olgulardır. Toplumsal ve siyasal yapı
içerisinde farklı işlev ve ilişki
biçimine sahiptirler. Birbirini
tamamlayan, bütünleyen ve birbirini
doğuran olgular değildir.
PKK terörü, 2004 yılından
itibaren elde ettiği psikolojik
üstünlük/moral ve Irak’taki ABD
desteğiyle tedricen yükselişe geçmiştir.
Bugün gelinen noktada PKK, tarihinin en
kanlı ve sistematik eylemlerini
gerçekleştirmektedir. Türkiye’nin her
bölgesini eylem alanına dönüştürmüştür.
Yöntem ve teknoloji açısından da kendini
geliştirmiş olmasıyla ayrıca dikkat
çekmektedir. Bunun yanında hiç olmadığı
kadar büyük bir kitle desteğini de
almayı başarmıştır. Gerek siyasal ve
gerekse toplumsal alanda elde ettiği
kazanım ideolojik geri dönüşümünü de
beraberinde geri getirmiştir. Kürt
sorununun varlığı resmi olarak kabul
edilmiş, resmi Kürtçe televizyon yayına
başlamış ve müzakerelerle meşru bir
statü kazanmıştır.
Bugüne
kadar niçin terörün hakkından
gelinemediğinin cevabı çok basit olmakla
birlikte izahı zordur. Türkiye’de
terörün kaynağı olması açısından göz
ardı edilen bir boyutunu yakın zamanda
çıkan “Nominalist Aydınların
Soykütüğü 1: Terör Eksenli Bir Analiz”
kitabımızda ayrıntısıyla ele
almıştık. Bu kitabımızın ana tezi
PKK’nın İslamcısından sosyalistine
Liberalinden solcusuna seçkinler
nezdinde sahip olduğu destek ve siyasi
yöneticilerin çözme iradesi göstermemesi
yanında PKK’yı bitirilmesi gereken bir
terör örgütü statüsünde görmemeleriydi.
Bu tezimizi bugünkü gelişmeler dikkate
alınarak yeniden gündeme getirmek
istiyoruz. Önceki makalemizde sorunun
kavranışındaki problemli boyutuna dikkat
çekmiştik. Bu bölümde de söz konusu
problemli kavranışın bir yansıması
olarak dış politikadaki çelişkilere bir
vurgu yapacağız.
Önce şu soruya cevap
verilmelidir. Türkiye’nin öncelikli
sorunu Suriye’nin demokratikleşmesi mi
yoksa hergün patlattığı bombalarla ve
yaptığı saldırılarla onlarca güvenlik
görevlimizi ve vatandaşımızı şehit eden
PKK terörü müdür? Bu soruya verilen
cevaba göre siyasi irade kendi yol
haritasını belirlemekte, strateji ve
taktik geliştirmektedir.
Türkiye’nin öncelikli
sorunun PKK terörü olmadığını takip
edilen politikalardan
gözlemleyebiliyoruz. Bir devletle savaş
halindeymişiz gibi hergün yapılan
saldırılarda onlarca askerimiz,
polisimiz, yurttaşımız katledilirken
Türkiye’nin bütün iç ve dış
politikasında önceliği bu sorunun yok
edilmesi doğrultusunda yeniden
yapılandırılması gerekirdi. Ama
yapılandırılmamaktadır.
Terörün her saldırışında
Türkiye’nin yöneticileri ve iktidarın
entelektüelleri, bu saldırıların ardına
Suriye’nin yer aldığını iddia etmekte ve
bu algı topluma enjekte edilmektedir.
Kullanılan dil ile sanki bu ülkeye
askeri operasyon yapılınca terör bitecek
algısını kamuoyuna pompalamaktadır. Bu
tavır ciddiyetsizliğin bütün haşmetiyle
sergilenmesinden başka bir şey değildir.
Suriye’ye olan tavrın sebebi PKK’yı
desteklediği iddiasıdır. Bu iddia doğru
mudur? Evet doğrudur. Türkiye’nin
Suriye’ye tavrı olmalı mıdır? Evet
olmalıdır. Peki Kuzey Irak’ta
Barzani’nin PKK’ya desteği var mıdır?
Evet vardır. Suriye’ye gösterilen tepki
Irak’a/Barzani’ye gösterilmekte midir?
Hayır gösterilmemektedir. Suriye’nin ve
Barzani’nin PKK’ya olan desteğin boyutu
ve niteliği aynı mıdır? Hayır değildir.
PKK bugün Barzani’nin egemenliğinde yer
alan Kandil’den yönetilmekte ve
Türkiye’ye buradan sızmaktadır. Barzani,
etnik ve ideolojik sebeplerden dolayı
PKK’ya asla ve kata karşı olmamıştır ve
yaptığı en iyimser çağrı ! “her iki
tarafta silahları bırakmalı”
olmuştur. Buna mukabil Suriye’nin PKK’ya
olan desteğinin boyutu nedir? Öcalan
yakalandıktan sonra bu ülke PKK’ya tavır
almıştır. Yüzlerce PKK teröristini
Türkiye’ye teslim etmiştir. Bugünkü
PKK’ya olan desteği ise Türkiye’nin
Suriye rejimini yıkma isteği sonucu
desteklediği Suriye teröristlerinin
desteklenmesine mukabil PKK-PYD
güçlerinin faaliyetlerine göz yummak
şeklindedir. Bunun ötesinde desteği
varsa da Türkiye’nin kendisine olan
düşmanlığı karşısında zaten beklenen bir
tavırdır. Burada üzerinde durulması ve
sorulması gereken soru Türkiye’nin
PKK’yı destekleyen ülkeleri bildiği
halde bu ülkelere yaptırım uygulayacak
bir güç ve irade sergileyememesidir.
Peki neden?[1]
Bütün öfke yüklü
söylemini PKK üzerinden Suriye
yöneltmesinin anlamı PKK’nın hala tek
başına bir tehdit ve yok edilmesi
gereken bir örgüt mesabesinde
görülmemesidir. PKK şu anda Türkiye’nin
Suriye politikasının haklılığının
ispatlanması yönünde bir politik
araçtır. Terörün niye bir türlü
üstesinden gelinemediğinin en temel
sebebi işte bu ideolojik/zihinsel
bariyerlerdir. Nedir bu bariyerler?
PKK’nın bilişsel evrenimizde Kürt sorunu
ile özdeşleştirilmesidir. Kökünün
kazınmasının değil de müzakerelere uygun
uysal bir hale getirilmesi
amaçlanmaktadır.
PKK ve terör konusunda
Türkiye’nin önde gelen uzman/bilim
adamlarından Prof. Dr. Ümit Özdağ, Kuzey
Irak’ın ilk 25 km’lik derinliğine
Türkiye’nin egemenlik kurması
gerektiğini söylemektedir. PKK
saldırılarının Türkiye sınırındaki
kamplardan gerçekleşen sızmalardan
kaynaklandığını belirten Özdağ,
uluslararası hukukun bizim lehimizde
işlediğini vurgulamaktadır. ABD’nin
terör sebebiyle ülkeler işgal ettiği
düşünülürse Türkiye’nin bir sınırını
bile kontrol edemeyişini herhalde ABD
korkusu ile izah etmek biraz fazla
komplocu bir yaklaşım olur. En haklı
gerekçeler bizim lehimize işlerken
Türkiye’nin en tabi haklarını
kullanmamasını PKK’nın bizim iç ve dış
politikada öncelikli sorunumuz konumuna
bir türlü yükselememesi ile
açıklayabiliriz. Bunun ise çeşitli
sebepleri vardır.
Davudoğlu Suriye’nin
kuzeyinde kurulacak filli bir durum
karşısında Barzani’ye diyor ki, “PKK/PYD
Suriye’nin kuzeyinde fiili bir durum
yaratırsa Türkiye buna seyirci kalmaz”.
Niye seyirci kalınmayacak? Bölgede bir
Kürt devletinin kurulmasına mı izin
verilmeyecek yoksa bir PKK hakimiyetinin
kurulmasına mı? Şayet Kuzey Suriye’de
bir Kürt etnisitesinden dolayı siyasi
oluşuma karşı çıkılacaksa Kuzey Irak’ta
Barzani niye tanındı ve desteklendi?
Hatta Davudoğlu’nun ifadesiyle “ihya
edildi”. Sırf Barzani’nin tanınması
için TSK psikolojik operasyonlarla
etkisiz haline getirildi. Yok eğer bir
Kürt devletinin değil de PKK/PYD’nin
varlığına karşı geliniyorsa Kuzey
Irak’ta PKK’nın üslerine niye müdahale
edilmiyor?
Türkiye’nin Suriye ve
Kuzey Suriye politikasındaki çelişkilere
burada dikkat çekmek faydalı olabilir:
Davudoğlu bir açıklamasında
“Suriye’nin kuzeyinde blok olarak
Kürtlerin yaşamadığını, sınır boyunca
Türkmenlerin, Arapların çoğunlukta
olduğu bölgeler bulunduğunu vurguluyor
ve haritalar gösteriyor” demektedir.
Oysa Kerkük ve Erbil de yakın zamana
kadar bir Türkmen şehriydi ve şimdi
baskı, şiddet ve katliamlarla
Kürtleşmiştir. Türkiye’de bu durumu
kabul etmiştir. Yani Davudoğlu’nun
bölgenin etnik demografyasını gündeme
getirmesinin bir anlamı yoktur. Ayrıca
“ ‘Kuzey Suriye’ kavramını kabul
etmese de, Türkiye’nin duyarlılığını, bu
bölgede PKK/PYD’nin ortaya çıkıp fiilen
bir hakimiyet kurmaları olarak tarif
ediyor ve Ankara’nın buna seyirci
kalmayacağını da vurguluyor” ve bu
durumu “Kuzey Irak’a gidişinde bunu
Barzani’ye bildirdiğini söylüyor.”
Fikret Bila, burada
Türkiye’nin sergilediği çelişkileri iki
kategoride değerlendirir:
“Birinci çelişki, Ankara’nın,
Barzani’den Kuzey Suriye’ye PKK/PYD’nin
hakimiyetine engel olmasını
beklemesidir. Aksine Barzani, bu bölgede
oluşacak PKK/PYD yönetimini kendi
şemsiyesi altına almaya çalışıyor. Kürt
grupları Erbil’de topluyor ve konsey
kuruyor. Bu oluşuma destek veriyor.
Kuzey Suriye’de Şam’dan bağımsız bir
Kürt yönetimi oluşması Barzani’nin
amaçlarına ters bir durum değil. İkinci
çelişki, Kuzey Suriye’de PKK/PYD
hakimiyetine seyirci kalmayacağını
söyleyen Ankara’ya, “Kuzey Irak’ta durum
nedir” diye sorulmaz mı? Sınırın Suriye
tarafında PKK/PYD hakimiyetinin
kurulması, Türkiye’ye kaçanlara Suriye
ordusunun saldırması, her etnik veya
mezhep grubunun bir otonom bölge ilan
etmesi halinde Suriye’ye müdahale
edeceği mesajı veren Türkiye’ye, “Kuzey
Irak sınırındaki PKK hakimiyeti için ne
yapıyorsun” denilmez mi? Barzani, Kuzey
Irak’taki PKK varlığına karşı ne yaptı
ki, Kuzey Suriye’de bir şeyler yapmasını
bekliyorsun, sorusu akıllara gelmez mi?
Suriye’nin Kuzeyi’nde olmasını
istemediğiniz her şey Kuzey Irak’ta
köklü şekilde oluyor. Kuzey Irak’a
müdahaleyi düşünmüyorsun da, Suriye’ye
müdahaleyi neden düşünüyorsun sorusu bu
çelişkiye işaret etmiyor mu?”
Bu çelişkilerin
anlaşılması ve sorulara verilecek
yanıtlar Türk siyasi elitlerinin ve
yöneticilerinin PKK terörü karşısında ne
kadar ciddi bir tutum sahibi olduğunun
bir göstergesi sayılabilir.
Türkiye’nin sergilediği
benzerine ender rastlanır bir tavırla
daha doğrusu kararlık iradesi sonucu
Öcalan Suriye’den çıkartıldı. Bu zamana
kadar Suriye’nin kontrolündeki “Bekaa
vadisi” ismi çok uzun bir süre
şimdiki “Kandil” gibi PKK’nın
merkezi olarak anılıyordu. Öcalan
sonrası Suriye ile ilişkiler olumlu
yönde ilerledi. Özellikle oğul Esad
döneminde yüzlerce PKK’lı terörist
Türkiye’ye teslim edildi. Suriye’den
sonra PKK özellikle Irak’ın ABD
işgaliyle birlikte Kuzey Irak’da Kandil
bölgesine yerleşti. Bu bölge bugün Kürt
Özerk bölgesi içerisinde kalmaktadır. Bu
özerk bölgenin denetimi Mesut
Barzani’nin elindedir. Barzani’nin
PKK’yı kolladığı ve her türlü desteği
verdiği bugün saklanamayan bir
hakikattir. PKK hala Barzani’nin
denetimindeki bölgelerden Türkiye’ye
saldırmaktadır.
Birkaç yıl öncesine kadar
Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması
TSK’nın güvenlik konseptinde bir savaş
sebebiydi. Çünkü, Türkiye’nin yaşamsal
tehdidi içerisinde değerlendiriliyordu.
Fakat sık sık dillendirilen bir iddiaya
göre, ülke içinde Atabeyler, Ergenekon
ve Balyoz gibi davalarla birlikte
TSK’nın psikolojik baskı altına alındığı
ve akabinde başlatılan Kürt Açılımıyla
birlikte Kuzey Irak’taki bir Kürt
devletinin kurulması ve tanınmasının
Yeni Türkiye’nin yeni dış politikasının
istikametiydi. Bu iddia göz ardı
edilebilecek bir düşünce değildir. Kuzey
Irak’ta bir Kürt devleti Türkiye’nin
eliyle kurulma sürecini yaşarken PKK
terör örgütünün de zaman geçtikçe
güçlendiği ve Başbakanın ifadesiyle
Türkiye geneline terörü yaydığı bir
zaman dilimindeyiz. Artık PKK sadece
mayınlı saldırı yapmıyor cephe savaşı
veriyor. Yol kesiyor, kontrol yapıyor,
kaymakam, öğretmen, parti temsilcisi ve
hatta vekil kaçıracak kadar özgüveni
artmış ve güçlenmiştir.
Peki, PKK’nın
desteklendiği ve korunduğu Kuzey Irak’a
Türkiye’nin herhangi bir sonuç getirici
yaptırım uygulamaması buna mukabil
Suriye’nin PKK’yı destekliyor diye bu
ülke ile savaşmanın en güçlü gerekçesini
oluşturmaya çalışması ne anlama
gelmektedir?
Bütün bu yaşanan
çelişkilerin kaynağı nedir? Nasıl izah
edilebilir? Kimilerine komplo teorisi
gibi de gelebilecek olan şu ihtimalleri
sıralayabiliriz:
Türkiye iç ve dış
politikada bağımsız değildir. PKK’ya
karşı uygulanan siyaset dışa bağımlıdır.
(Açıkça belirtelim ABD-AB dinamiklerine
bağımlıdır.) Bu durum da terörle
mücadeleyi etkilemektedir. Kuzey
Irak’taki oluşumu Türkiye tanımak
istemediği halde ABD tanınmasını istemiş
ve tanınmıştır. Bunun için Kuzey Irakta
bir Kürt devletini savaş sebebi sayan
TSK bile feda edilmiştir. PKK üslerine
de ABD istemediği için müdahale
edilmemektedir.
Buna mukabil Türkiye’nin
gerek iç ve dış politikada bağımsız
olduğu ileri sürülüyorsa şu sorulara
cevap verilmelidir: Türkiye iç ve dış
politikasında bağımsız ise neden Kuzey
Iraktaki PKK kamplarına müdahalede
bulunulmamaktadır? Barzani neden el
üstünde tutulmakta ve “ihya
edilmektedir?” Yoksa devlet PKK’yı
yok etmek istememekte midir? Kuzey
Irak’ta bir Kürt devletini destekleyen
Türkiye’nin Kuzey Suriye’de de bir Kürt
devletinin oluşumunu destekleyecek
diyebilir miyiz?
Fikret Bila, bu
çelişkilerin kaynağını ABD faktörüyle
açıklamaktadır:
“Kuzey Irak’ta Türkiye’yi frenleyenin
ABD ve ona dayanan Barzani olduğu bir
sır değil. PKK hemen her gün Kuzey
Irak’taki kamplarından gelerek
Türkiye’de terör estiriyor. Karakolları
basıyor, yol kesiyor, adam kaçırıyor.
Şemdinli, bu kampların hemen yakınında.
Güvenlik güçleri haftalardır Şemdinli’de
PKK ile çatışıyor. Terör örgütü aynı
karakola 48 saat içinde 3 kez
havanlarla, ağır silahlarla
saldırabiliyor. Kuzey Irak sınırında
durum böyle... Ancak ABD, Türk askerinin
sınırda savunma çizgisinde durması
konusunda ısrarlı. Suriye’de ise
‘aslansın, kaplansın’ diye Türkiye’nin
sırtını sıvazlayan yine aynı ABD...
Washington’daki düşünce kuruluşlarında
bile Gaziantep ve Maraş’ta bombaların
patlaması ve sonrasında Türkiye’nin
Suriye’ye girmesi halini öngören
“senaryo” çalışılıyor.” [2]
Çelişkinin kaynağını,
sadece ABD’nin politikalarına eklemlenme
ve bunun zorunlu sonuçları ile izah
etmek yetersiz kalır. İleride sorunun bu
boyutuna daha geniş olarak eğileceğiz.
Ama kısaca şunu belirtelim: Bizim
“çelişki” diye mülahaza ettiğimiz
olgu aslında üretildiği zihniyetin
eyleme dönüştürdüğü siyasi/ideolojik
bağlamın mantıksal örüntüsü içerisinde
tutarlıdır. Bu politikaların
“çelişki” olarak tanımladığımız
boyutu milli devlet ve Türk kimliği
ekseninde yapılanan bir devletin
belirleyici olduğu siyasi arenada bir
anlamı vardır. Oysa milli devletin
tasfiyesinin öngörüldüğü bir bölgesel
düzende bu politikalar bir çelişki
değildir. Kürt Açılımını bu uluslararası
yeniden düzenlemenin bir parçası olarak
değerlendirmek bizi söz konusu
gelişmeler karşısında sağlıklı sonuçlara
ulaştırır.
BOP olarak kısaca ifade
edilen ABD’nin öncülüğünde uygulamaya
sokulan “yeni dünya düzeni”nde
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın yanında
Türkiye’nin de üniter ve milli yapısı
değiştirilecektir. Bu
değiştirilme/tasfiye olgusunun
Türkiye’deki yönetici ve entelektüel
seçkinlerce kabulü Kozmopolit
İslamcı-muhafazakar ideolojinin Osmanlı
hassasiyetinden kaynaklanan bir zihniyet
arka planına sahiptir. Buna göre bizim
tarihsel ve kültürel açıdan doğal
uzantısı olan komşu ülkeler ve halklar
önce diktatörlük yönetiminden kurtulacak
ve sonra da “yeni Osmanlı” olarak
tanımlanan bir kurguyla konfederasyon
biçiminde yeniden yapılanacak. İşte bu
“siyasi yeniden yapılanma”
üzerinde hem AKP hükümeti hem de ABD-AB
hedefleri doğrultusuna bir mutabakata
varmıştır. Bu büyük dönüşümün temelinde
yer alan “(Büyük) Kürdistan” ise
Yeni Türkiye için “yaşamsal bir
tehdit” değil “kardeş ülke”dir.
Oysa Irak, Suriye ve
İran’daki Kürtler buralardaki dış askeri
operasyonlarla bağımsız siyasi
oluşumlara evrilirken Türkiye’deki
Kürtlerin bundan azade olması
düşünülemezdi. Kürt Açılımı işte Arap
Baharı’nın ve Irak işgalinin sebep
olduğu “Kürdistanların” Türkiye
ayağını oluşturmaktadır. Şayet Türkiye
Kürt Açılımı yapmamış olsa idi bir dış
müdahaleye maruz kalacak (mı idi?)tı.
ABD ile yapılan müzakerelerde nihai
amaçta sağlanan mutabakat uygulamaya
geçildi. Bu mutabakatın özünde bölgedeki
milli devletlerin tasfiyesi vardır.
Kozmopolit İslamcı geleneğin zaten karşı
olduğu milli devletlerin tasfiyesi
gönüllü bir mutabakat doğurmuştur.
İşte ABD-AB çıkar
konseptini temsil eden bu plan
Türkiye’nin karar vericileri ve
entelektüel seçkinleri tarafından da
kabul edilmiştir. Ortadoğu’daki
gelişmelerin bu düzlemde okunması
çelişkilerin de aslında bir çelişki
olmadığını gösterecektir.
İkbâl
VURUCU
ikbalvurucu2030@gmail.com
_________________________
[1]
Başbakan Erdoğan diyor ki, “Şu anda
Almanya, Avrupa’da, terör örgütünün
yapılanmayı en geniş tuttuğu ülke.
Yüzlerce kurdukları dernek ve vakıf var.
Bunlarla çalışmalarını yürütüyorlar. Çok
enteresandır. Yardım toplama çadırları.
2011 itibarıyla topladıkları 8 milyon
euro. Çadırlar kuruluyor, orada
belediyeler müsaade ediyor. Çadırların
üzerinde İmralı’nın resimleri var.
PKK’yı terör örgütü olarak kabul ettiği
halde, bu çadırlarda teröristbaşının
resimlerinin olduğu çadırlarda para
toplanması neyi ifade ediyor? Bunu
Şansölyeye de söyledik. Haklarında
açılmış 4 bin dava olduğunu söyledi. Bir
netice yok. Ama para toplayıp, terör
örgütüne para topluyorlar. Her şey var.
Hac, umre organizasyonlarına da
başladılar. Bunlar Zerdüşt ve Ateist.
Ama zavallı insanları aldatabilmek için
her yola başvuruyorlar. Tek ortak
paydaları var. O da Kürt olmak. Oradan
gidip cebinde neyi var, neyi yoksa alıp
bu imkânları terörde kullanıyorlar.
Cenaze organizasyonları da yapıyorlar.
Ama hac organizasyonu yapıyorlar. Bu
şahısları destekleyen kim? Bu ülkelerin
siyasi iktidarları. Dağa rahatlıkla
gidip gelen adamları var. Ne ad altında?
Barış elçisi. Biz bunları da biliyoruz.
Barışa dair aldıkları bir netice yok.
Tek ortak noktaları Kürtlüğü istismar
ediyorlar.”, Fikret Bila, “Erdoğan: BDP
ile müzakere ederiz”,
Milliyet,
22.05.2012.
[2]
Fikret Bila, “Kuzey Irak-Kuzey Suriye
çelişkisi”, Milliyet, 26 Ağustos 2012.
YORUM YAPMAK İÇİN TIKLAYINIZ...
___________________________________________________
"Anamur'un ve
Anamurluların Buluşma Adresi ve Gerçek
Sesi..."
ANAMUR'UN SESİ