ANAMUR'UN SESİ
"Anamur'un ve Anamurluların Buluşma Adresi ve Gerçek Sesi..."
arama   site haritası
 

 

TIKLA...DAHA ÖNCE  YAYIMLANMIŞ TÜM MANŞET HABERLERE BURAYI TIKLA ULAŞ..

 

NEDEN KORKUYOR VE UTANIYORSUNUZ?

 

 

Zafer Haftası: Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihinden Altın Bir Sayfa

 

 

26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferinin Yıldönümü

 

KÜRTÇÜ FAŞİZMİ BESLEYEN EMPERYALİZMDİR

 

Değiştirip, Dönüştürmek Ne İçin; Türklüğü Etkisizleştirip, Türkiyeli Yapmak İçin

 

Zamanın ruhuna uygun olarak, “günah-sevap” kavramı lügatimizden çıkarken…

 

DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI   VE ORDU DA TASFİYELER

 

KİM BUNLAR?

 

ANAMUR'DA İYİ DÜŞÜNÜLMÜŞ SOSYAL BİR PROJE:HANIMELİ İHTİYAÇ BANKASI

 

TMT'NİN SAHİLBOYLU’SU BİR CESUR İNSAN DAHA!

 

Travma yaşayan Ülkücülerin dramı

 

Tat; Mevcut Vekiller Heyecan Vermedi

 

MHP’ye Manevi Ses Verildi…

 

ANAMUR YENİ CUMHURİYET MEYDANININ COŞKULU AÇILIŞ VE YILDIZDOĞAN KONSERİ

 

Türkiye'de Yüksek Güvenlikli Nükleer Santral Neden Kurulup İşletilemez?

 

 Türk Tohumculuğunun Durumu ve Gelişimi

 

İFTİRA KAMPANYASI MI, AYAKLARINA MI DOLANIYOR?

 

İstavroz çıkarmadan olmaz

 

AMERİKALI DİPLOMATLARIN GÜNEYDOĞU FAALİYETLERİ

 

Bu belgesel ortalığı karıştırdı!

 

ANAMUR’UN KELEBEKLERİ

 

Tıp Bayramı Kutlu Olsun - Doktorlar Ankara'da Eylem Yaptı

 

NEDİR BU KIBRIS TÜRK'ÜNÜN ÇEKTİĞİ

 

SÖZLEŞMELİ ÖĞRETMENLİK TBMM'NE TAŞINDI

 

SON ANKETTE KİM NE DURUMDA? PARTİLERİN OY ORANLARI?

 

ANKETLER VE AKP'LİLERİN KORKUSU

 

72 BİN KİŞİNİN KATILDIĞI ANKET

 

ÇETKODER’İN AFİŞLİ, KEFENLİ AKARYAKIT ZAMLARINI PROTESTO EYLEMİ

 

MUTFAĞA ATEŞ DÜŞTÜ

 

MİTİNG MEYDANLARI  VE ÜLKEMİN GERÇEKLERİ…

 

Partilerde fırtına öncesi sessizlik

 

BU SORULAR YANIT BEKLİYOR

 

Ankara'nın Göbeğinde Kandil Dağı mı Var ?

 

BOZUK VE KÖTÜ DÜZEN

NAZIM PEKER: "TÜRK ÇİFTÇİSİ BORÇ EKİYOR, HACİZ BİÇİYOR"

 

OKTAY SİNANOĞLU DİYE BİRİ!..

 

Türkiye'de 33 Çeşit Evlilik Var!

 

MİLLİYETÇİ DÜŞÜNCENİN İMKANLARI

Yurttaşlık ve Kürtlerin Temsilcisi Nosyonu-İkbal VURUCU

 

ANAMUR ŞEHİDİNİ ACI İLE UĞURLADI

 

DİN ANLAYIŞIMIZ, DİN VE TERÖR

 

Yeni anayasa: Milletle sözleşme

 

AYDIN EKSİKLİĞİ-İKBAL VURUCU YAZDI...

“Turancılık değil Türk Dili Konuşan Ülkeler Birliği” !?

 

Ülkücü Proleterya

BOZKURT-BOZKURTLAR DİRİLİYOR/Belge-Dosya

 

Dini/Mistik Efsaneleri Türk Din Algısı Bakımından Okumak

TÜRK'ÜN İSLÂM TASAVVURU-PROF.DR.SÖNMEZ KUTLU

 

 

Kurtuluş Savaşı’nda Etnik Unsurlar ve Türk Kimliği

Atatürk’ü Satarak” Dış Borç Ödemenin Dayanılmaz Hafifliği

 

 

TÜRKÇE, TÜRK DİLİNİN DESTANI

Türkçü Olmak, Türk Milliyetçisi Olmak, Adam Olmak Demektir!

 

 

 

 

 

 

 

 

TIKLA...DAHA ÖNCE  YAYIMLANMIŞ TÜM MANŞET HABERLERE BURAYI TIKLA ULAŞ..

 

    www.anamurunsesi.com yayımladı...

 

 

Kürt sorunu çözülürse PKK biter! Sorun bu kadar basit. Peki bu kadar basit bir sorun niye çözülememektedir?..

 

Terörü bitirmenin tek yolu; Ciddiyet

 

     Kürt sorunu çözülürse PKK biter! Sorun bu kadar basit. Peki bu kadar basit bir sorun niye çözülememektedir.

 

    Hükümete bağlı aydınların ilk günden beri PKK’nın Gaziantep saldırısının sorumlusu olarak Suriye’yi hedef göstermeye başlamaları dikkat çekti. Örneğin AKP Genel Başkan Yardımcısı ve milletvekili Ömer Çelik, PKK’nın Gaziantep katliamının hemen ardından saldırının “Esad'in Sebbiha'sının Suriye'de yaptığını PKK Antep'te yaptı” diye yorumladı. Yine başka bir milletvekili gazeteci Şamil Tayyar da saldırının başından beri Suriye istihbaratının bir operasyonu olarak gördüğünü pek çok basın organında dile getirdi.

                  11.09.2012 tarihinde www.anamurunsesi.com yazdı...


       Terörü bitirmenin tek yolu;    Ciddiyet

 

    Kürt sorunu çözülürse PKK biter! Sorun bu kadar basit. Peki bu kadar basit bir sorun niye çözülememektedir.

 

    Hükümete bağlı aydınların ilk günden beri PKK’nın Gaziantep saldırısının sorumlusu olarak Suriye’yi hedef göstermeye başlamaları dikkat çekti. Örneğin AKP Genel Başkan Yardımcısı ve milletvekili Ömer Çelik, PKK’nın Gaziantep katliamının hemen ardından saldırının “Esad'in Sebbiha'sının Suriye'de yaptığını PKK Antep'te yaptı” diye yorumladı. Yine başka bir milletvekili gazeteci Şamil Tayyar da saldırının başından beri Suriye istihbaratının bir operasyonu olarak gördüğünü pek çok basın organında dile getirdi.

 

    Önceki terör eylemleri gibi Gaziantep katliamının ardında da Suriye’nin bulunduğunu propaganda ederek toplumun öfkesinin Suriye’ye yönelmesini sağlamaya çalışmanın iki anlamı vardır. Birincisi PKK terörünü ciddiye almamak ve ikincisi de kelimenin gerçek anlamıyla milletle dalga geçmektir.

 

 

    Yıllardır göz göre göre ve hiçbir gizlemeye mahal bırakmayacak kadar açık olan Barzani’nin PKK’yı destekleyen ve kollayan siyasetine ses çıkarmayan üstelik Barzani’yi Davudoğlu’nun ifadesiyle “ihya eden” AKP hükümeti, buna mukabil kendilerini destekleyecek herhangi bir bilginin olmamasına rağmen tahminlere dayalı Suriye’yi suçlayan bir söylem kullanarak Türk kamuoyunu Suriye’ye karşı kışkırtmaya gayret etmesi acıların politik istismarından başka bir anlam taşımamaktadır. Devleti yönetenler, birinci önceliklerinin, PKK’nın her gün döktüğü kanlara rağmen terör değil Suriye olduğunu ispatlamıştır. Bir yılda yüzlerce askerimizin, polisimizin ve yurttaşımızın şehit olması karşısında sorumlulardan hesap soramayan ve terörü bile dış politikalarının basit bir destekleyici enstrümanı haline getiren hükümetin terörün bitirilmesi önündeki temel eksiği ciddiyettir. Aynı ciddiyet eksikliği maalesef muhalefet partilerinde de vardır. Fakat bu konuya sonra tekrar dönmek üzere terörün niye bitmediğinin başka bir sebebi üzerinde duracağız.

 

    CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, PKK’nın Gaziantep saldırısının ardından Kürt sorununun çözümü için yeni öneriler getireceklerini ve üzerinde çalıştıklarını söyledi. Kılıçdaroğlu bizim üzerinde duracağımız terör ve Kürt sorunu arasındaki özdeşlik ilişkisini zihniyet yapısının bir sonucu olarak dile getiriyordu. Elbette bu özdeşlik sorunu sadece Kılıçdaroğlu’nun değil basın-yayındaki aydınların büyük çoğunluğunun katıldığı bir sorun algısı ve tespitiydi.

 

 

    Her terör saldırısının ardından hemen Kürt sorununu gündeme getirilir ve bu sorunun nasıl çözüleceği üzerinde günlerce açık oturumlar düzenlenerek saatlerce Kürt sorunu tartışılır. Dikkatlerden kaçmaması gereken PKK terör örgütünün her kan döktüğü saldırının sonunda Kürt sorununun tartışılmasıdır! Yani PKK eşittir Kürt sorunu. Kürt sorunu çözülürse PKK biter! Sorun bu kadar basit. Peki bu kadar basit bir sorun niye çözülememektedir. Üstelik CHP de AKP hükümetini bu konuda desteklemektedir. Zor olan nedir?

 

    Bu iki farklı olgu arasındaki özdeşleşme durumu artık yadsınmaz bir hale gelmiştir. Oysa bu iki olguyu ısrarla özdeşleştirme gayretinde olan Solcu, liberal, İslamcı seçkinlerle iktidarın karar vericilerine rağmen bu özdeşleşmeye karşı olanların da ısrarla buna karşı durması ve bu ayrıma sahip çıkmaları gerekir.

 

    “Terör” kavramı üzerinde bütün partiler ittifak etmektedir. “Kavram” herkesin içinden aynı anlamı algıladığı kelimedir. Fakat terör ile içeriği veya taşıdığı anlam üzerinde kimse anlaşamamaktadır. Bir ülkenin siyasi yöneticileri ve elitleri söz konusu olduğunda bu durum normal değildir. PKK terörünün bitmesi için terörün ne olduğu, kaynağı, sorunun teşhisi, sebepleri üzerinde somut olarak mutabakata varılmalıdır. Zihinlerin net olmadığı bir sorunda çözümler de netleşmemiştir. Zihniyet yapıları bu noktada önem taşımaktadır. Türkiye’de terörün bitirilemeyişinde PKK’nın algılanışındaki zihniyet farklılıkları ve bu zihniyet farklılığının sebep olduğu eylem ve davranış yapısı vardır.

 

    Peki bu ikisi yani terör ve Kürt sorunu arasındaki ilişki nedir? Veya böyle bir bağlantı kurulabilir mi? Bu ne anlama gelir?

 

    Terör siyasi amaçlar güden ve bu amaca ulaşmak için cinayet, katliam, adam kaçırma, bombalama yani her türlü şiddeti uygulayarak toplum üzerinde korku salmayı hedefleyen eylemleridir. Terörün bu amacı gerçekleştirmek için herhangi kuralı ve belirli yöntemi söz konusu değildir. Terörün siyasi ve felsefi boyutu ise terörizm olarak adlandırılır. Sivil toplum örgütlerinden, basın yayına kadar entelektüel etkinlik alanlarını kapsadığı gibi siyasi alanı da kontrol etmeye çalışır. Terörün amacı olan korku yayarak siyasi hedeflerine ulaşmak için kullandığı her yöntem ve araç meşrudur. Terörün insani kuralları, öncelikleri, ilkeleri yoktur. Kundaktaki bebeği de öldürür hamile kadını da. Otobüsteki çocuğu da yakar okulda eğitim alanı da. Terör bütün bu eylemlerini gerçekleştirdikten sonra eylemin zamanını, mekanını ve amacını sorgular mahiyette “PKK niye böyle bir yöntem uyguladı?”, “Saldırının zamanı dikkat çekici!”, “Niye çocukları/sivilleri hedef aldı?”, “Tam çözüme yaklaşmışken bu saldırı neden?” gibi sorular terör söz konusu olduğunda anlamsızdır. Bu sorular sorulduğunda soranın terörü meşrulaştırıcı çizgide bir zihniyet örüntüsüne sahip olduğuna hükmedebiliriz.

 

    Terör faaliyetlerinin ardından bu şiddeti meşrulaştırmaya çalışmak ve terörün siyasi amacını propaganda ederek kitleselleştirmeye çalışmak ise eli kalem tutan terörist aydınların görevidir.

 

    Kürt sorunu ise etnik bir ayrımcılık problemine vurgu yapar. Sosyolojik açıdan bir ülkede etnik ayrımcıktan bahsedebilmek için belirli etnik gruba mensup bireylerin bu mensubiyetliklerinden dolayı siyasal, ekonomik, akademik ve kültürel etkinlik alanlarına katılamamaları veya dezavantajlı bir konumda yer almaları gerekir. Resmi alanda da azınlık kabul edilerek bu etno-kültürel ve dini farklılıklarının resmi düzeyde tanınmış olması gerekir. Kürt sorununun öznesi olarak Kürt kökenli yurttaşların sadece Kürt oldukları için yukarıda belirttiğimiz etkinlik/yaşama alanlarından dışlanmış olması gerekmektedir. Elbette bu yurttaşların Kürtlüklerinin resmi bir kimlikle belirlenmiş olmalı ki ayrımcılığın uygulanabilmesi için gerekçe yaratılsın.

 

    Terör örgütleri ve terörizmle mücadele ile etnik ayrımcılıkla mücadele asla ve kat’a aynı anlam ve bağlam içerisinde değerlendirilemez. İkisi farklı olgulardır. Toplumsal ve siyasal yapı içerisinde farklı işlev ve ilişki biçimine sahiptirler. Birbirini tamamlayan, bütünleyen ve birbirini doğuran olgular değildir.

 

 

    PKK terörü, 2004 yılından itibaren elde ettiği psikolojik üstünlük/moral ve Irak’taki ABD desteğiyle tedricen yükselişe geçmiştir. Bugün gelinen noktada PKK, tarihinin en kanlı ve sistematik eylemlerini gerçekleştirmektedir. Türkiye’nin her bölgesini eylem alanına dönüştürmüştür. Yöntem ve teknoloji açısından da kendini geliştirmiş olmasıyla ayrıca dikkat çekmektedir. Bunun yanında hiç olmadığı kadar büyük bir kitle desteğini de almayı başarmıştır. Gerek siyasal ve gerekse toplumsal alanda elde ettiği kazanım ideolojik geri dönüşümünü de beraberinde geri getirmiştir. Kürt sorununun varlığı resmi olarak kabul edilmiş, resmi Kürtçe televizyon yayına başlamış ve müzakerelerle meşru bir statü kazanmıştır.

 

    Bugüne kadar niçin terörün hakkından gelinemediğinin cevabı çok basit olmakla birlikte izahı zordur. Türkiye’de terörün kaynağı olması açısından göz ardı edilen bir boyutunu yakın zamanda çıkan “Nominalist Aydınların Soykütüğü 1: Terör Eksenli Bir Analiz” kitabımızda ayrıntısıyla ele almıştık. Bu kitabımızın ana tezi PKK’nın İslamcısından sosyalistine Liberalinden solcusuna seçkinler nezdinde sahip olduğu destek ve siyasi yöneticilerin çözme iradesi göstermemesi yanında PKK’yı bitirilmesi gereken bir terör örgütü statüsünde görmemeleriydi. Bu tezimizi bugünkü gelişmeler dikkate alınarak yeniden gündeme getirmek istiyoruz. Önceki makalemizde sorunun kavranışındaki problemli boyutuna dikkat çekmiştik. Bu bölümde de söz konusu problemli kavranışın bir yansıması olarak dış politikadaki çelişkilere bir vurgu yapacağız.

 

    Önce şu soruya cevap verilmelidir. Türkiye’nin öncelikli sorunu Suriye’nin demokratikleşmesi mi yoksa hergün patlattığı bombalarla ve yaptığı saldırılarla onlarca güvenlik görevlimizi ve vatandaşımızı şehit eden PKK terörü müdür? Bu soruya verilen cevaba göre siyasi irade kendi yol haritasını belirlemekte, strateji ve taktik geliştirmektedir.

 

    Türkiye’nin öncelikli sorunun PKK terörü olmadığını takip edilen politikalardan gözlemleyebiliyoruz. Bir devletle savaş halindeymişiz gibi hergün yapılan saldırılarda onlarca askerimiz, polisimiz, yurttaşımız katledilirken Türkiye’nin bütün iç ve dış politikasında önceliği bu sorunun yok edilmesi doğrultusunda yeniden yapılandırılması gerekirdi. Ama yapılandırılmamaktadır.

 

    Terörün her saldırışında Türkiye’nin yöneticileri ve iktidarın entelektüelleri, bu saldırıların ardına Suriye’nin yer aldığını iddia etmekte ve bu algı topluma enjekte edilmektedir. Kullanılan dil ile sanki bu ülkeye askeri operasyon yapılınca terör bitecek algısını kamuoyuna pompalamaktadır. Bu tavır ciddiyetsizliğin bütün haşmetiyle sergilenmesinden başka bir şey değildir. Suriye’ye olan tavrın sebebi PKK’yı desteklediği iddiasıdır. Bu iddia doğru mudur? Evet doğrudur. Türkiye’nin Suriye’ye tavrı olmalı mıdır? Evet olmalıdır. Peki Kuzey Irak’ta Barzani’nin PKK’ya desteği var mıdır? Evet vardır. Suriye’ye gösterilen tepki Irak’a/Barzani’ye gösterilmekte midir? Hayır gösterilmemektedir. Suriye’nin ve Barzani’nin PKK’ya olan desteğin boyutu ve niteliği aynı mıdır? Hayır değildir. PKK bugün Barzani’nin egemenliğinde yer alan Kandil’den yönetilmekte ve Türkiye’ye buradan sızmaktadır. Barzani, etnik ve ideolojik sebeplerden dolayı PKK’ya asla ve kata karşı olmamıştır ve yaptığı en iyimser çağrı ! “her iki tarafta silahları bırakmalı” olmuştur. Buna mukabil Suriye’nin PKK’ya olan desteğinin boyutu nedir? Öcalan yakalandıktan sonra bu ülke PKK’ya tavır almıştır. Yüzlerce PKK teröristini Türkiye’ye teslim etmiştir. Bugünkü PKK’ya olan desteği ise Türkiye’nin Suriye rejimini yıkma isteği sonucu desteklediği Suriye teröristlerinin desteklenmesine mukabil PKK-PYD güçlerinin faaliyetlerine göz yummak şeklindedir. Bunun ötesinde desteği varsa da Türkiye’nin kendisine olan düşmanlığı karşısında zaten beklenen bir tavırdır. Burada üzerinde durulması ve sorulması gereken soru Türkiye’nin PKK’yı destekleyen ülkeleri bildiği halde bu ülkelere yaptırım uygulayacak bir güç ve irade sergileyememesidir. Peki neden?[1]

 

 

    Bütün öfke yüklü söylemini PKK üzerinden Suriye yöneltmesinin anlamı PKK’nın hala tek başına bir tehdit ve yok edilmesi gereken bir örgüt mesabesinde görülmemesidir. PKK şu anda Türkiye’nin Suriye politikasının haklılığının ispatlanması yönünde bir politik araçtır. Terörün niye bir türlü üstesinden gelinemediğinin en temel sebebi işte bu ideolojik/zihinsel bariyerlerdir. Nedir bu bariyerler? PKK’nın bilişsel evrenimizde Kürt sorunu ile özdeşleştirilmesidir. Kökünün kazınmasının değil de müzakerelere uygun uysal bir hale getirilmesi amaçlanmaktadır.

 

    PKK ve terör konusunda Türkiye’nin önde gelen uzman/bilim adamlarından Prof. Dr. Ümit Özdağ, Kuzey Irak’ın ilk 25 km’lik derinliğine Türkiye’nin egemenlik kurması gerektiğini söylemektedir. PKK saldırılarının Türkiye sınırındaki kamplardan gerçekleşen sızmalardan kaynaklandığını belirten Özdağ, uluslararası hukukun bizim lehimizde işlediğini vurgulamaktadır. ABD’nin terör sebebiyle ülkeler işgal ettiği düşünülürse Türkiye’nin bir sınırını bile kontrol edemeyişini herhalde ABD korkusu ile izah etmek biraz fazla komplocu bir yaklaşım olur. En haklı gerekçeler bizim lehimize işlerken Türkiye’nin en tabi haklarını kullanmamasını PKK’nın bizim iç ve dış politikada öncelikli sorunumuz konumuna bir türlü yükselememesi ile açıklayabiliriz. Bunun ise çeşitli sebepleri vardır.

 

 

    Davudoğlu Suriye’nin kuzeyinde kurulacak filli bir durum karşısında Barzani’ye diyor ki, “PKK/PYD Suriye’nin kuzeyinde fiili bir durum yaratırsa Türkiye buna seyirci kalmaz”. Niye seyirci kalınmayacak? Bölgede bir Kürt devletinin kurulmasına mı izin verilmeyecek yoksa bir PKK hakimiyetinin kurulmasına mı? Şayet Kuzey Suriye’de bir Kürt etnisitesinden dolayı siyasi oluşuma karşı çıkılacaksa Kuzey Irak’ta Barzani niye tanındı ve desteklendi? Hatta Davudoğlu’nun ifadesiyle “ihya edildi”. Sırf Barzani’nin tanınması için TSK psikolojik operasyonlarla etkisiz haline getirildi. Yok eğer bir Kürt devletinin değil de PKK/PYD’nin varlığına karşı geliniyorsa Kuzey Irak’ta PKK’nın üslerine niye müdahale edilmiyor?

 

 

   Türkiye’nin Suriye ve Kuzey Suriye politikasındaki çelişkilere burada dikkat çekmek faydalı olabilir: Davudoğlu bir açıklamasında “Suriye’nin kuzeyinde blok olarak Kürtlerin yaşamadığını, sınır boyunca Türkmenlerin, Arapların çoğunlukta olduğu bölgeler bulunduğunu vurguluyor ve haritalar gösteriyor” demektedir. Oysa Kerkük ve Erbil de yakın zamana kadar bir Türkmen şehriydi ve şimdi baskı, şiddet ve katliamlarla Kürtleşmiştir. Türkiye’de bu durumu kabul etmiştir. Yani Davudoğlu’nun bölgenin etnik demografyasını gündeme getirmesinin bir anlamı yoktur. Ayrıca “ ‘Kuzey Suriye’ kavramını kabul etmese de, Türkiye’nin duyarlılığını, bu bölgede PKK/PYD’nin ortaya çıkıp fiilen bir hakimiyet kurmaları olarak tarif ediyor ve Ankara’nın buna seyirci kalmayacağını da vurguluyor” ve bu durumu “Kuzey Irak’a gidişinde bunu Barzani’ye bildirdiğini söylüyor.”

 

    Fikret Bila, burada Türkiye’nin sergilediği çelişkileri iki kategoride değerlendirir:

 

    “Birinci çelişki, Ankara’nın, Barzani’den Kuzey Suriye’ye PKK/PYD’nin hakimiyetine engel olmasını beklemesidir. Aksine Barzani, bu bölgede oluşacak PKK/PYD yönetimini kendi şemsiyesi altına almaya çalışıyor. Kürt grupları Erbil’de topluyor ve konsey kuruyor. Bu oluşuma destek veriyor. Kuzey Suriye’de Şam’dan bağımsız bir Kürt yönetimi oluşması Barzani’nin amaçlarına ters bir durum değil. İkinci çelişki, Kuzey Suriye’de PKK/PYD hakimiyetine seyirci kalmayacağını söyleyen Ankara’ya, “Kuzey Irak’ta durum nedir” diye sorulmaz mı? Sınırın Suriye tarafında PKK/PYD hakimiyetinin kurulması, Türkiye’ye kaçanlara Suriye ordusunun saldırması, her etnik veya mezhep grubunun bir otonom bölge ilan etmesi halinde Suriye’ye müdahale edeceği mesajı veren Türkiye’ye, “Kuzey Irak sınırındaki PKK hakimiyeti için ne yapıyorsun” denilmez mi? Barzani, Kuzey Irak’taki PKK varlığına karşı ne yaptı ki, Kuzey Suriye’de bir şeyler yapmasını bekliyorsun, sorusu akıllara gelmez mi? Suriye’nin Kuzeyi’nde olmasını istemediğiniz her şey Kuzey Irak’ta köklü şekilde oluyor. Kuzey Irak’a müdahaleyi düşünmüyorsun da, Suriye’ye müdahaleyi neden düşünüyorsun sorusu bu çelişkiye işaret etmiyor mu?”

 

    Bu çelişkilerin anlaşılması ve sorulara verilecek yanıtlar Türk siyasi elitlerinin ve yöneticilerinin PKK terörü karşısında ne kadar ciddi bir tutum sahibi olduğunun bir göstergesi sayılabilir.

 

   Türkiye’nin sergilediği benzerine ender rastlanır bir tavırla daha doğrusu kararlık iradesi sonucu Öcalan Suriye’den çıkartıldı. Bu zamana kadar Suriye’nin kontrolündeki “Bekaa vadisi” ismi çok uzun bir süre şimdiki “Kandil” gibi PKK’nın merkezi olarak anılıyordu. Öcalan sonrası Suriye ile ilişkiler olumlu yönde ilerledi. Özellikle oğul Esad döneminde yüzlerce PKK’lı terörist Türkiye’ye teslim edildi. Suriye’den sonra PKK özellikle Irak’ın ABD işgaliyle birlikte Kuzey Irak’da Kandil bölgesine yerleşti. Bu bölge bugün Kürt Özerk bölgesi içerisinde kalmaktadır. Bu özerk bölgenin denetimi Mesut Barzani’nin elindedir. Barzani’nin PKK’yı kolladığı ve her türlü desteği verdiği bugün saklanamayan bir hakikattir. PKK hala Barzani’nin denetimindeki bölgelerden Türkiye’ye saldırmaktadır.

 

    Birkaç yıl öncesine kadar Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması TSK’nın güvenlik konseptinde bir savaş sebebiydi. Çünkü, Türkiye’nin yaşamsal tehdidi içerisinde değerlendiriliyordu. Fakat sık sık dillendirilen bir iddiaya göre, ülke içinde Atabeyler, Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla birlikte TSK’nın psikolojik baskı altına alındığı ve akabinde başlatılan Kürt Açılımıyla birlikte Kuzey Irak’taki bir Kürt devletinin kurulması ve tanınmasının Yeni Türkiye’nin yeni dış politikasının istikametiydi. Bu iddia göz ardı edilebilecek bir düşünce değildir. Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti Türkiye’nin eliyle kurulma sürecini yaşarken PKK terör örgütünün de zaman geçtikçe güçlendiği ve Başbakanın ifadesiyle Türkiye geneline terörü yaydığı bir zaman dilimindeyiz. Artık PKK sadece mayınlı saldırı yapmıyor cephe savaşı veriyor. Yol kesiyor, kontrol yapıyor, kaymakam, öğretmen, parti temsilcisi ve hatta vekil kaçıracak kadar özgüveni artmış ve güçlenmiştir.

 

    Peki, PKK’nın desteklendiği ve korunduğu Kuzey Irak’a Türkiye’nin herhangi bir sonuç getirici yaptırım uygulamaması buna mukabil Suriye’nin PKK’yı destekliyor diye bu ülke ile savaşmanın en güçlü gerekçesini oluşturmaya çalışması ne anlama gelmektedir?

 

    Bütün bu yaşanan çelişkilerin kaynağı nedir? Nasıl izah edilebilir? Kimilerine komplo teorisi gibi de gelebilecek olan şu ihtimalleri sıralayabiliriz:

 

    Türkiye iç ve dış politikada bağımsız değildir. PKK’ya karşı uygulanan siyaset dışa bağımlıdır. (Açıkça belirtelim ABD-AB dinamiklerine bağımlıdır.) Bu durum da terörle mücadeleyi etkilemektedir. Kuzey Irak’taki oluşumu Türkiye tanımak istemediği halde ABD tanınmasını istemiş ve tanınmıştır. Bunun için Kuzey Irakta bir Kürt devletini savaş sebebi sayan TSK bile feda edilmiştir. PKK üslerine de ABD istemediği için müdahale edilmemektedir.

 

    Buna mukabil Türkiye’nin gerek iç ve dış politikada bağımsız olduğu ileri sürülüyorsa şu sorulara cevap verilmelidir: Türkiye iç ve dış politikasında bağımsız ise neden Kuzey Iraktaki PKK kamplarına müdahalede bulunulmamaktadır? Barzani neden el üstünde tutulmakta ve “ihya edilmektedir?” Yoksa devlet PKK’yı yok etmek istememekte midir? Kuzey Irak’ta bir Kürt devletini destekleyen Türkiye’nin Kuzey Suriye’de de bir Kürt devletinin oluşumunu destekleyecek diyebilir miyiz?

 

    Fikret Bila, bu çelişkilerin kaynağını ABD faktörüyle açıklamaktadır: “Kuzey Irak’ta Türkiye’yi frenleyenin ABD ve ona dayanan Barzani olduğu bir sır değil. PKK hemen her gün Kuzey Irak’taki kamplarından gelerek Türkiye’de terör estiriyor. Karakolları basıyor, yol kesiyor, adam kaçırıyor. Şemdinli, bu kampların hemen yakınında. Güvenlik güçleri haftalardır Şemdinli’de PKK ile çatışıyor. Terör örgütü aynı karakola 48 saat içinde 3 kez havanlarla, ağır silahlarla saldırabiliyor. Kuzey Irak sınırında durum böyle... Ancak ABD, Türk askerinin sınırda savunma çizgisinde durması konusunda ısrarlı. Suriye’de ise ‘aslansın, kaplansın’ diye Türkiye’nin sırtını sıvazlayan yine aynı ABD... Washington’daki düşünce kuruluşlarında bile Gaziantep ve Maraş’ta bombaların patlaması ve sonrasında Türkiye’nin Suriye’ye girmesi halini öngören “senaryo” çalışılıyor.” [2]

 

    Çelişkinin kaynağını, sadece ABD’nin politikalarına eklemlenme ve bunun zorunlu sonuçları ile izah etmek yetersiz kalır. İleride sorunun bu boyutuna daha geniş olarak eğileceğiz. Ama kısaca şunu belirtelim: Bizim “çelişki” diye mülahaza ettiğimiz olgu aslında üretildiği zihniyetin eyleme dönüştürdüğü siyasi/ideolojik bağlamın mantıksal örüntüsü içerisinde tutarlıdır. Bu politikaların “çelişki” olarak tanımladığımız boyutu milli devlet ve Türk kimliği ekseninde yapılanan bir devletin belirleyici olduğu siyasi arenada bir anlamı vardır. Oysa milli devletin tasfiyesinin öngörüldüğü bir bölgesel düzende bu politikalar bir çelişki değildir. Kürt Açılımını bu uluslararası yeniden düzenlemenin bir parçası olarak değerlendirmek bizi söz konusu gelişmeler karşısında sağlıklı sonuçlara ulaştırır.

 

    BOP olarak kısaca ifade edilen ABD’nin öncülüğünde uygulamaya sokulan “yeni dünya düzeni”nde Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın yanında Türkiye’nin de üniter ve milli yapısı değiştirilecektir. Bu değiştirilme/tasfiye olgusunun Türkiye’deki yönetici ve entelektüel seçkinlerce kabulü Kozmopolit İslamcı-muhafazakar ideolojinin Osmanlı hassasiyetinden kaynaklanan bir zihniyet arka planına sahiptir. Buna göre bizim tarihsel ve kültürel açıdan doğal uzantısı olan komşu ülkeler ve halklar önce diktatörlük yönetiminden kurtulacak ve sonra da “yeni Osmanlı” olarak tanımlanan bir kurguyla konfederasyon biçiminde yeniden yapılanacak. İşte bu “siyasi yeniden yapılanma” üzerinde hem AKP hükümeti hem de ABD-AB hedefleri doğrultusuna bir mutabakata varmıştır. Bu büyük dönüşümün temelinde yer alan “(Büyük) Kürdistan” ise Yeni Türkiye için “yaşamsal bir tehdit” değil “kardeş ülke”dir.

 

    Oysa Irak, Suriye ve İran’daki Kürtler buralardaki dış askeri operasyonlarla bağımsız siyasi oluşumlara evrilirken Türkiye’deki Kürtlerin bundan azade olması düşünülemezdi. Kürt Açılımı işte Arap Baharı’nın ve Irak işgalinin sebep olduğu “Kürdistanların” Türkiye ayağını oluşturmaktadır. Şayet Türkiye Kürt Açılımı yapmamış olsa idi bir dış müdahaleye maruz kalacak (mı idi?)tı. ABD ile yapılan müzakerelerde nihai amaçta sağlanan mutabakat uygulamaya geçildi. Bu mutabakatın özünde bölgedeki milli devletlerin tasfiyesi vardır. Kozmopolit İslamcı geleneğin zaten karşı olduğu milli devletlerin tasfiyesi gönüllü bir mutabakat doğurmuştur.

 

    İşte ABD-AB çıkar konseptini temsil eden bu plan Türkiye’nin karar vericileri ve entelektüel seçkinleri tarafından da kabul edilmiştir. Ortadoğu’daki gelişmelerin bu düzlemde okunması çelişkilerin de aslında bir çelişki olmadığını gösterecektir.

 

 

 

 

 

 

İkbâl VURUCU
ikbalvurucu2030@gmail.com
 

_________________________

       [1] Başbakan Erdoğan diyor ki, “Şu anda Almanya, Avrupa’da, terör örgütünün yapılanmayı en geniş tuttuğu ülke. Yüzlerce kurdukları dernek ve vakıf var. Bunlarla çalışmalarını yürütüyorlar. Çok enteresandır. Yardım toplama çadırları. 2011 itibarıyla topladıkları 8 milyon euro. Çadırlar kuruluyor, orada belediyeler müsaade ediyor. Çadırların üzerinde İmralı’nın resimleri var. PKK’yı terör örgütü olarak kabul ettiği halde, bu çadırlarda teröristbaşının resimlerinin olduğu çadırlarda para toplanması neyi ifade ediyor? Bunu Şansölyeye de söyledik. Haklarında açılmış 4 bin dava olduğunu söyledi. Bir netice yok. Ama para toplayıp, terör örgütüne para topluyorlar. Her şey var. Hac, umre organizasyonlarına da başladılar. Bunlar Zerdüşt ve Ateist. Ama zavallı insanları aldatabilmek için her yola başvuruyorlar. Tek ortak paydaları var. O da Kürt olmak. Oradan gidip cebinde neyi var, neyi yoksa alıp bu imkânları terörde kullanıyorlar. Cenaze organizasyonları da yapıyorlar. Ama hac organizasyonu yapıyorlar. Bu şahısları destekleyen kim? Bu ülkelerin siyasi iktidarları. Dağa rahatlıkla gidip gelen adamları var. Ne ad altında? Barış elçisi. Biz bunları da biliyoruz. Barışa dair aldıkları bir netice yok. Tek ortak noktaları Kürtlüğü istismar ediyorlar.”, Fikret Bila, “Erdoğan: BDP ile müzakere ederiz”, Milliyet, 22.05.2012.

 

         [2] Fikret Bila, “Kuzey Irak-Kuzey Suriye çelişkisi”, Milliyet, 26 Ağustos 2012.

 YORUM YAPMAK İÇİN TIKLAYINIZ...   

___________________________________________________

HABERLERİMİZ TOPLAM

Web Counter
Web Counter

DEFA OKUNMUŞTUR...

 

"Anamur'un ve Anamurluların Buluşma Adresi ve Gerçek Sesi..."
ANAMUR'UN SESİ

   

Başadön 

Yazdır

 
 
 
Copyright © Tüm Hakları Saklıdır [Çınar Arıkan]